Kendimizi İyi Anlatamadık
İzlenim
Fethullah Gülen'i siz hiç tek başına, bu kadar yalnız gördünüz mü? Ben gördüm. Bu fotoğraf, ameliyatı uzun sürdüğü için randevusuna geç kalan göz doktorunu beklerken çekildi. O, kalabalıklar içinde olsa da aslında çoğu zaman yalnız. Belki de yalnızlık onun tercihi. "Garip"i tanımladığı bir yazısına rastladım. Yıllar önce kaleme alınmış. Orada şöyle diyor: "Garip, yurdundan yuvasından uzak kalan değil, garip halinden dilinden kimsenin anlamadığı insandır." Bu fotoğraf, bende böyle bir hal çağrıştırdı. Gülen'i asıl etkileyen şey, ülkesinden uzakta olmaktan daha çok, kendisinin doğru anlaşılmadığını düşünüyor olması gibi geliyor bana.
İçinde bulunduğunuz oluşuma bazıları cemaat, bazıları tarikat diyor. Siz ise "örnekleri kendinden bir hareket" diyorsunuz. Niçin cemaat değil, hareket?
Eskilerin ifadesiyle, bir şey zatında ne ise ona göre isimlendirilmelidir; böyle bakınca ben hareket demeyi daha uygun buluyorum. Belki cemiyet, cemaat veya sivil toplum kuruluşu gibi şeyler de denilebilir, fakat, cemiyet, hukuka göre tüzüğü, nizamı olan kuruluşlara deniliyor; cemaat, birisi tarafından ortaya atılmış, belli bir düşüncenin etrafında bir araya gelenlere deniliyor, onun da kendine göre kuralları vardır. Vakıa, cemaat denilmesinde bir mahzur görmüyorum; çünkü, hacda, camide bir araya gelme gibi, İslam çerçevesi içinde, insanlar bir duygu ve düşüncenin etrafında bir araya gelebilirler.
Bazıları sivil toplum kuruluşu dediler; Türkiye dışında bu hareketi araştıranlar da aynı kanaate vardılar; ama bana göre o çerçeveye de tam olarak oturmuyor. Zatında bu iş nedir diye baktığım zaman görüyorum ki, bir dönem ileri sürülmüş bazı düşünceler Türk toplumu tarafından yaygın olarak benimsenmiş, bugün benim de, başkalarının da bilemeyeceği geniş dairede gerekli görülen, fayda mülahaza edilen şeyler etrafında bir araya geliniyor, lazım olan aksiyon ortaya konuluyor.
Ne gibi faaliyetler?
Mesela eğitim faaliyetlerini faydalı bulan, dünyanın geleceği için önemli olduğuna inanan sizin tanıdığınız tanımadığınız birçok insan bir araya geliyor, omuz veriyorlar. Bu yönüyle geniş bir kültür faaliyeti de denilecek bu hadiseye, biraz da ilmi yönüyle üzerimde tesiri bulunan merhum Nurettin Topçu'dan mülhem (esinlenme) olarak hareket demeyi daha uygun buluyorum; kendi duygu ve düşüncemizin, Türk felsefesinin önce Türkiye'de oturması için çalışma, sonra da dünyaya tanıtma adına gönüllüler hareketi…
Neden "örnekleri kendinden" kaydını koyuyorsunuz?
İnsanları teşvik edip alakalarını uyarmak için örnek vermek icap edince, saadet asrına ya da tarihimize gidiyorduk. Tarihimizdeki o kareler mutlaka takdirle yâd edilecek ve ne zaman anılsa gözlerimiz dolacaktır. Fakat bir şeyin daha tesirli olması için örneği kendi içinden olması lazım. Sahabenin de, Osmanlı'yı kuranların da, milli mücadelemizi veren kahramanların da örnekleri kendindendi. Bu açıdan o kayıt bana çok önemli geliyor.
Eğer bir hareket örneklerini kendi içinden çıkarmış ve insanlar onu takdir edip yapmaya başlamışsa, ona adanmış, gaye-i hayal (ideal) haline getirmişse, Ziya Gökalp'in ifadesiyle mefkure kabul etmişse ve onun etrafında yapması gerekli olan şeyleri yapıyorsa, işte o zaman başta görünenin de yapılanlardan çok defa haberi olmaz. Birbirinden hiç haberleri olmayan, tanışmayan insanlar her yerde benzer şeyler yaparlar. Çünkü, organik bağları ve tanışıklıkları yoktur, ama çok ciddi bir düşünce ve mefkure bağları vardır.
"Örnekleri kendinden bir hareket" denmesi, bu hareketin bugün için bir modele dönüştüğü vurgusunu da içeriyor mu?
Bana göre model olmuştur. Eğer başkaları da yapmak isterse aynı şeyleri değerlendirebilir. Anlamakta zorlandığım çarpık bir düşünce var Türkiye'de. Maalesef bir işin güzel, ideal, makul, devamlılık vaat etme gibi yönlerine bakmadan kimin ya da kimlerin yaptığına bakılıyor. İrtibatlandırılan –belki de isnat edilen demek daha doğru- insan eğer makbul görülüyorsa o iş de makbul oluyor; eğer aksi bir durum olursa en güzel işler bile merdud (reddedilmiş) sayılabiliyor.
Türkiye dışında nasıl algılanıyor?
Türkiye dışında, o ölçüde bir çarpıklığa şahit olmadım ben; zaten öyle oysaydı iflah etmezlerdi. Aslında hareketin açılım yerleri, belli entelijans servislerinin çok hassas olduğu, buna paralel olarak kuşkunun da beraber geliştiği yerler olmasına, ayrıca hem içten, hem de dıştan onca tahrikler olmasına rağmen oralarda problem olmadı.
Mesela, kendi dinlerine, diyanetlerine sıkı sıkıya bağlı olan, kendi mezheplerinin dışında başka hiçbir şeyi iflah etmeyen ülkelerde bile, oralara giden eğitim gönüllülerine hüsn ü kabul gösterilmesi (hoş karşılama), objektif baktıklarını, yararlı gördükleri için kabul ettiklerini gösteriyor. Fakat Türkiye'de aynı ölçüde –her kesimce- hüsnükabul gösterildiği söylenemez.
Bu geçici bir dönem mi, konjonktürel mi?
Bununla da kalmayıp belki devletlerin belli kurumlarını da aşarak, oralara bazı şeyler göndermek suretiyle, o ülkelerin servislerinin kafalarını karıştırdılar. Bu açıdan da herhalde biz kendimizi çok iyi ifade edemedik, 'yakın duralım, kendimizi iyi anlatalım' diye düşündük. Hoşgörü süreci biraz da buna matuftu (yönelik). Fakat bazılarına uzanan ellerimiz havada kaldı; hiç randevu vermeyenler oldu, önce randevu verdikleri halde sonra 'gelmeyin' diyenler oldu. Bunları anlamakta zorlanıyorum ama, insan tabiatı yani.. İnananı da inanmayanı da, din kabul edeni de etmeyeni de bazı şeylere kilitlenmiş olabiliyor.
Ama, neticede biz de Batı gibi bir aydınlanma süreci yaşıyoruz. Orada da ciddi sertlikler, husumetler ve müsamahasızlıklar yaşandı; giyotinlerle ve yakılarak öldürülen insanlar oldu. Neticede alanları belirleyerek ya da aydınlanma ile bu fırtınaların önünü aldılar. Ben Türkiye'de de bir gün gerçeklerin ortaya çıkacağına inanıyorum. Hatta başladığını söyleyebilirim.
Çünkü, önemli bir nispette elit sınıf takdir ediyor artık bunları. Bazıları da yapılanlar çok güzel, ama keşke arkasında falanlar, filanlar olmasaydı diyorlar.
Yapılan işler beğeniliyor, yapanlar beğenilmiyor, Öyle bir şey mi bu?
Fikir bazı kimseler tarafından ortaya atılmış olabilir, fakat önemli olan bu düşüncenin toplum tarafından benimsenmesidir. O zaman arkasında falan filan kalmaz aslında. Nasıl ki milli mücadelede toplum, düşmanları memleketten atma fikrini benimsemişti ve bunu yaparken, İstanbul'un Antep'ten, Urfa'dan, Maraş'tan, hatta hemen yanı başındaki Bandırma'dan, Balıkesir'den haberi yoktu.
Orada insanlar benimsedikleri fikir istikametinde bir şeyler yapıyordu; sonra İstanbul bu işe karışmak istedi. Pek çok entelektüelin kabul ettiği gibi, sonra Ankara idaresi halkın içinde başlamış ve devam eden bu işi organize etti. Şimdi bu hareket de toplum tarafından benimsenmiş ve halka mal olmuştur. Birbirinden habersiz ama herkes bir şeyler yapıyor.
Önemli olan bu fikrin millet tarafından benimsenmiş olmasıdır; eğer faydalı bulunmasaydı, güvenilmeseydi, yararlı olacağına inanılmasaydı benimsenmezdi ve bu gönüllüler hareketi de olmazdı. O zaman 'örneği kendinden' de olmazdı. Örneği kendinden olmayan hareketler de zaten çok fazla devam edemezler…
- tarihinde hazırlandı.