Sâlikin Takip Edeceği Yol

Sâlikin ilk işi, sağlam bir niyetle, istidat, kabiliyet ve seviyesine göre, "tevbe", "inâbe", "evbe" unvanlarıyla yad edilen, Allah'ın sevmediklerinden sevdiklerine, istemediklerinden istediklerine, hayvanî ve cismanî hayattan kalbî ve rûhî hayata hicrete azmetmesidir. Böyle ciddî bir niyet, nefis tezkiyesi, kalb tasfiyesi ve ahlâk tezhibiyle desteklendiği sürece, sâlikin zamanla zâhiri de bâtını da farklılaşır ve daha bir mâmur hâle gelir.. ufuklar bir bir aydınlanır.. ihlas ve samimiyetinin derinliği ölçüsünde vicdan mekanizması itibarıyla bir nûrânîleşme ve davranışları açısından da apaçık bir istikamet örneği sergilemeye başlar. İmanın, tam bir iz'ana inkılâp etmesi, iz'anın mârifetle derinleşmesi, mârifetin muhabbete dönüşmesi, muhabbetin alev alev aşk hâlini alması, aşkın gidip ta hayrete ulaşması yoluyla, topraktan, balçıktan yaratılan insan âdeta sema ehlinin matmah-ı nazarı hâline gelir ve melekûttaki "sâcidîn", "râkiîn" esnafına bir kıblenümâ olur. Artık ona teveccüh eden doğruya yönelmiş, ona tutunan da sağlam bir ipe sarılmış sayılır.

Mevsimi gelince, iç derinlikleri itibarıyla bir "menba-ı feyz" hâline gelmiş bu "nüsha-i kübrâ", bir mevhibeler merkezi ve bir vâridat mahzenine dönüşerek herkese âb-ı hayat sunan bir mübarek sâkî durumuna yükselir; yükselir ve kâse kâse semtine uğrayanlara kevserler sunar. Böyle hâlden hâle intikal ederek yürüyen ve yükselen sâlikin, birbirinden farklı uğradığı her menzile "hâl", kendi istidat ve kabiliyetinin nihaî inkişaf noktası sayılan, bizim hak yolcusunun "arş-ı kemâlât"ı diyeceğimiz hakikî ve izafî müntehaya da "makam" denir. "Herkesin istidadına vâbestedir âsâr-ı feyzi." Her hak yolcusu yolculuğunu belli bir zirve ile noktalar ve ulaştığı bu burç veya şerefeden bütün mülk ve melekûtu temâşâ eder. Umum ehl-i kemâlâtın, kendine göre ulaşacağı son nokta onun için bir zirvedir ve bütün bu zirvelerin hepsi de izafîdir. Fânîleri Bâkî'den ayıran imkân-vücub arası ve "ev ednâ" sözcüğüyle işaretlenen hakikî bir zirve vardır ki, o da Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm'a (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) mahsustur. O'nun dışındaki bütün "ebrâr" ve "mukarrabîn"le alâkalı, "daha yüksek", "daha âlî", "daha büyük"… gibi sözcükler tamamen izafîdir ve herkesin istidat sermayesi ve mazhar olduğu ilâhî mevhibeler itibarıyladır.