Vahdet-i Vücûd ve Gaybe İman
Vahdet-i vücûd, bir hâl mesleğidir ve hem tasavvufta, hem de umumî İslâm binası içinde eksik bir mertebedir. Gaybe iman, hususiyle tahkike ve yakîne ulaşmış iman mertebesinin mertebelerin en büyüğü olduğunu hem İmam Rabbanî, hem de Bediüzzaman söylüyor. Çünkü bu durumda, meseleyi ihata edemesek bile, nazarî ve icmalî olarak vahye göre, Resûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi vesellem) getirdiği hakikate göre kabullenmiş oluruz ve tehlikeye de, vartaya da düşmeyiz. Kur'ân cemaatine göre, "O müminler gaybe inanırlar" (Bakara, 2/3) cümlesi, en büyük hakikati ifade etmektedir. Gayb, mukayyedi ile mutlakı ile ne ise, biz ona öyle inanırız. Bu, tabiî kendi içinde, belki insanlar sayısınca mertebeleri olmakla birlikte en yüksek mertebedir ve enbiya-yı izamın mertebesidir. İdrak ve ihatanın da ötesindedir. "Lâ tüdrikühü'l-ebsar ve hüve yüdrikü'l-ebsar - Gözler, bakışlar, basarlar, O'nu idrak edemez ama O, bütün gözleri ve bakışları idrak eder, ihata eder." Basar, bu göz değil de kalb bile olsa, yani vicdanî bir duyuş ve seziş, küllîyi külliyeti ile kucaklayabilecek bir idrak gücü bile olsa, yine Allah'ı idrakten âcizdir. Sınırsız olan, sınırlı ile ihata edilemez. Bu meselenin mantığı budur. Basar ve basiretleri O kuşatmışsa, kuşatılmış bir şeyle kuşatan kuşatılamaz.
Evet, vahdet-i vücûtla alâkalı yıllar önce ifadeye çalıştığımız daha başka mülâhazalarımızı, onların yayınlandığı kitaba havale ederek diyebiliriz ki, Sahabe ve Kur'ân talebelerinin mesleği, gaybe iman esasına dayanır. Hatta bu meslek, İlâhî tecellîlerin ne bir zevk olarak teferruatına iner ne de onların üzerinde, burada izaha mecbur kalındığı ölçüde felsefî yorumlara girer. Biz, gaybe iman çizgisinde durur, Allah'a iman eder ve arkasını karıştırmayız. Tabiî bu, mârifet, muhabbet ve zevk-i ruhanî arayışımıza mani değildir. Onu da yine bu sâlim meslekte ararız ve inanıyoruz ki bu meslek, oraya da, hem de daha hatarsız ve emin, hatta kestirme bir yolla götürür. İtikadımızca, gerçek Sahabe mesleği de budur.
- tarihinde hazırlandı.