Vahdet-i Vücud'un Sırrı
Bu sırrı anlamayanlar, ömürlerini körler, sağırlar gibi geçirir; ne bir şey duyar ne de bir şey hissederler. Bu sırra âşina olanlarsa, varlığı temâşâ ederken kâh "şuhûd"dan bahseder, kâh "vücûd"u mırıldanır, kâh mülâhazalarını tam kompoze edememenin acziyle maksadı aşan beyanlarda bulunur.. hulûl işmam eden sözler söyler.. ittihaddan dem vurur.. hatta zaman zaman, gidip vahdet-i mevcûda saplandığı, saplanıp O da bir "ruh-u sârî" ve bir "kanun-u sârî" diyerek zât, sıfât ve esmâ mevzuunda en büyük günahlara girer. Gerçi bir mânâda O'nun bir asıl, varlığın da O'nun vücûdunun ziyasının bir in'ikâsı olması itibarıyla bütün âleme bir hayal ve gölge nazarıyla bakılabilir ve kâinat, insan, hâdiseler "bir varmış-bir yokmuş" mülâhazası içinde değerlendirilebilir; ama bu kat'iyen her şey "O" demek değildir. Evet, ezelde sadece O var idi.. O'ndan gayri de hiçbir şey yoktu. Bize göre bir gün geldi O murad buyurdu; ilmindeki plân, program, ilmî ve kaderî mahiyetleri, kudret, irade ve meşietiyle ilmî vücûdları haricî vücûda çıkararak varlığının tasavvurlar üstü tecellilerini bir de ağyarın gözüyle görüp temâşâ etti ve her şeyi kendi zâtına bir mir'ât-ı mücellâ konumuna yükseltti. Yani ilminin ihatasını ve vücûdunun tecellisini farklı aynalarda izhar ederek o aynalara iltifatta bulundu.
- tarihinde hazırlandı.