Sohbet Meclislerinin Yozlaşması ve Gayesi Dışına Çıkması
Evet, seyahat ve musâhabeleri Hazret-i Rûh-u Seyyidü'l-Enâm'ın mişkât-ı nübüvveti altında gerçekleştiremeyenler, dinin rûhundaki muvazeneyi her zaman tam koruyamayacaklarından, yer yer lâubalîliklere girebilir, zaman zaman söz ve davranışlarıyla, seviyesinin huzuru sayılan makama saygısızlıkta bulunabilir; hattâ bazen, velâyeti nübüvvete tercih etme gibi küstahlıklara düşebilir.. dolayısıyla da, pîrlerinin, pîr-i müganlarının söz, sistem ve vaz' ettikleri esasları peygamber yolunun esas, erkân ve âdâbına tercih ederek, güneşi bırakıp mum ışığına sığınma gibi hatalar irtikâp edebilirler. Velayeti nübüvvete tercih eden nâdânların, efendilerini, hakîkî ve aslî sohbetin mümtaz talebeleri sayılan Sahâbe'den üstün görme tavırlarından söz etmeyi zâid görüyorum...
Eğer durum yukarıda arz etmeye çalıştığımız çerçevede -daha doğrusu, tam bir çerçevesizlikte- cereyan ediyorsa - ki, günümüzde bu çarpık anlayışın pek çok örnekleriyle karşılaşmak mümkündür- sohbetin yerini, onun dedikodusu almış.. mânâ kendi vizyonunda karartılmış.. lâhûtîliğe bağlı esaslar, yerlerini havâîliğe ve nefsânîliğe bırakmış.. câzibe-i kudsiye uçup gitmiş; gelip, onun o nur ufkuna nefsânî incizablar oturmuş..
"Er olan erimiş, yağ gibi gitmiş;
Şirin erler, zîr u türaba yatmış;
Sümbüller yerinde muğeylan bitmiş;
Petekler sönmüş, ballar kalmamış..!"
(M. Lütfi)
demektir ki, böyle bir ortamdaki musâhabenin insibağından da, hakîkata ve hakikat-ı Ahmediye (s.a.s)'ye ulaştırmasından da asla söz edilemez.
Doğrusu, düşünülen konuşulan şeyler itibariyle kahvehanelerdeki sohbetleri hatırlatan tekye, zâviye ve halvethânelerdeki musâhabelerde ilâhî vâridâttan bahsetmek şöyle dursun, şeytânî şerârelerden endişe duyulmalıdır. Dolayısıyla da, ihsan ve ihlâs ufkundan uzaklaşmış bu mekânlardaki feyiz alış verişine benzeyen her muamele bir aldanma veya istidrac, buralarda Allah'ın husûsî iltifatına mazhariyet beklentisi bir vehim ve bu yerlerin cemaat görünümündeki müdâvimleri de birer yığının ruhsuz parçalarından ibarettir. Hele bir de mesleklerinin revacı adına başkalarıyla uğraşıyor; gıybetlere, iftiralara giriyor ve sû-i zan gibi bir küfür silahını kullanıyorlarsa, böylelerinin oturup kalktıkları yerler tekye değil, birer mahall-i takiyye, zâviye değil birer hâviye ve bu meclislerin merkez noktasını tutanlar da sofi değil, birer softadır.
Her zamanki erbâb-ı kemâli tenzihle beraber itiraf etmeliyim ki, sohbet ve musâhabe meclisleri gibi, dünden bugüne en müteâl mazhariyetlerin meşcereliği veya helezonları sayılan müesseselerin, hiç olmazsa bunlardan bazılarının, yukarıdaki çerçeve içinde mütalâaya alınmaları çok acı ve şâyân-ı teessüftür. İhtimal, bu mekânlara uzayan yolların perişan olup, köprülerin göçmesinde ve bu eğilimi engin tavırların şiddetlenip bir kısım aşılmaz zorlukların ortaya çıkmasında kaderin tembih ve tenkil ifade eden gizli bir fetvası oldu ki,
"Bâd-i hazân esti, bağlar bozuldu;
Gülistanda katmer güller kalmadı..."
(M. Lütfi)
- tarihinde hazırlandı.