Başbakan’a teşekkür borçluyuz
Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olmak istediği ve bütün eğitim sistemini buna göre dizayn ettiği bir ‘makbul vatandaş’ profili vardır. Laik, Hanefi, Sünni ve Türk. Etnik kimlik doğuştan gelen değişmeyecek bir özellik olduğu için asıl kimliğini öne çıkarmayan Kürtler ve diğerleri de zamanla makbul olabilir ve devlet içinde her konuma yükselebilir. Dindarlık da rejimi rahatsız etmeyecek ölçüde olduğu sürece tolere edilebilir, hatta hem içkimi içerim hem orucumu tutarım düzeyinde bir dindarlık tercih bile edilebilir. Ne var ki, dindarlık başını geleneksel şekilde değil de şehir hayatının dönüştürdüğü şekilde iğneyle bağlayan kadın seviyesine gelince rejimin duvarlarına toslar.
Bu profil sayıca çoğunluğu oluştursa da yakın zamana kadar sadece bunun dışında kalan Kürtler, Aleviler, gayrimüslimler değildi rejimin baskısını gören. Halk arasında bir sorun yaşamasa ya da ayrımcılığa maruz kalmasa da devletin izin verdiğinden farklı ya da daha çok dindar olanlar kendilerini öteki gibi hissettiler. Devlet kurumlarında fişlendiler, özel de olsa kurumsal büyük firmalarda kariyer yapamadılar, reklamlarda, dizilerde bile yok sayıldılar, oğulları vatan için şehit olsa da iğneli başörtüsü olan anneler askerî tesislerden men edildiler. Pratikte hâlâ devam eden bu uygulamalar göreceli ve kısmi demokratikleşme ile biraz azaldı ama ötekileştirme hedef değiştirerek devam ediyor.
Eskiden tek blok halinde ötekileştirilen dindarları şimdi kabadayıcılık oynayan kendi mahallesinden çıkmış iktidar ötekileştiriyor, her gün vatan hainliği ile suçluyor. Bu aralar en büyük düşman haline getirilen Hizmet Hareketi giderek dozu artan bir nefret söyleminin hedefi olmuş durumda. Bu sürecin bir ‘hayrı’ varsa o da Hizmet mahallesinin ötekini hakiki anlamda anlamaya başlaması olacaktır. Evet, göreceli olarak, hele de geleneksel medyaya ve devlet kurumlarına kıyasla Hizmet, her zaman ötekinin hakkının yenmesinin karşısında durdu. 90’larda hayali bile zorken Fethullah Gülen sahneye Toktamış Ateş’le el ele çıktı, Hizmet’e yakın medya azınlık mallarından ruhban okuluna, cemevlerine statü verilmesine kadar her konuda ortalamanın üstünde ve istikrarlı bir özgürlükçü tavır sergiledi. Ne var ki, bugün uğranılan linç insana ötekinin hakkını daha yüksek sesle savunmak gerekirmiş dedirtiyor.
Belki de birbirini gerçekten anlayan, tüm ötekilerin birbirini olduğu gibi kabul ettiği bir Türkiye’ye giden yolu ayrıştırıcı söylemiyle Başbakan açmıştır, henüz ülkece gidecek uzun bir yolumuz daha olsa da…Evet, Başbakan meydanlarda “biliyorsunuz Kılıçdaroğlu Alevi” dediğinde üslubuna yanlış dedik ama Alevilerin yıllardır hissettiği ayrımcılığı ne kadar derinden fark ettik? Evet, yine Başbakan “çok afedersiniz Rum” dediğinde ayrımcı dilini trajikomik bulduk ama huzur için herkes eşit vatandaş olmalı hatırlatmasını ne kadar yüksek sesle dile getirdik? Evet, Hocaefendi “Gezi eylemcilerine çapulcu demeyin” dediği zaman insan onurunu hatırladık ama üst katımızda komşularını rahatsız etme pahasına tencere tava çalan kişiyi bu isyana neyin ittiğini ne kadar sorguladık? Evet, resmî ideoloji tarafından her zaman tehdit ilan edilme potansiyelini taşıdık ama toplumsal bazda öteki olma hissini hiç tatmadık. Medya lincine maruz kaldıysak bile bunu yapan zaten ‘öteki’ idi, şimdiki gibi aynı saftan bildiklerimiz değildi. Zaten yakın zamana kadar ‘biz’i düşmanlaştıran ‘öteki’ olduğu için kendimizi savunmaktan, mesela başörtüsü nedeniyle ayrımcılığa uğrayanın hakkı için didinmekten diğer ötekilerin dertleriyle hakkınca dertlenemedik.
Kim bilir belki de Hizmet’in sevenlerine eşi görülmemiş nefret söylemini boca eden Başbakan’a bir teşekkür borçluyuz! Belki de birbirini gerçekten anlayan, tüm ötekilerin birbirini olduğu gibi kabul ettiği bir Türkiye’ye giden yolu ayrıştırıcı söylemiyle Başbakan açmıştır, henüz ülkece gidecek uzun bir yolumuz daha olsa da…
- tarihinde hazırlandı.