İnsanı batıran tehlike: Yalan ve iftira
İnsan ve özellikle de mü'min için, hem ahiret hem de dünya hayatı adına tehlikeli ve son derece çirkin davranışlardan biri de hiç şüphesiz yalan ve iftiradır.
Yalan, gerçekte var olan bir şeyin aksini iddia etmek ve başkasını aldatmak amacıyla bilerek ve gerçeğe aykırı olarak söylenen sözdür. İftira da aslında yalanla yakın anlama gelmekle beraber, kısmen de ondan farklıdır. Yalandan daha özel bir anlamı olan iftira, bir kimseye asılsız bir şekilde suç, günah veya kusur sayılabilecek bir sözü, davranışı veya özelliği isnat etmektir.
Hem yalan hem de iftira, İslam'ın büyük bir günah olarak gördüğü ve tabilerini bundan kaçınmaya davet ettiği kötü bir davranış şeklidir. Zira ikisinde de, insanın şerefiyle, değeriyle oynama, onu zedeleme ve toplumda mahcup bir konuma getirme söz konusudur. Yalanla mü'minin aynı karede bulunmasına İslam Peygamberi de asla cevaz vermemiştir. Nitekim ashaptan birinin;
"Ya Resûlallah! Mü'min korkak olabilir mi?" sorusuna "Evet" olabilir. "Cimri olabilir mi?" sorusuna "Evet" olabilir demesine rağmen, "Peki yalancı olabilir mi?" sorusuna ise; "Hayır! Asla yalancı olamaz!" şeklinde cevap vermiştir. (Muvatta, Kelam 19).
Yalan üzerine kurulan sistemler, çok uzun ömürlü olsalar da, mutlaka bir gün kurucularının başlarına yıkılır, geriye sadece esefli birer rüya ve hasreti çekilen birer hayal olurlar. Bu gerçekten dolayıdır ki kendisi doğruluk timsali olan Sadık Peygamber (sas), ümmetine hep doğruluğu tavsiye etmiş ve yalandan sakındırmıştır.
"Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk sizi iyiliğe, o da sizi cennete ulaştırır. Kişi doğru olur ve dâima doğruyu araştırırsa Allah katında sıddıklardan yazılır. Yalandan sakının. Yalan insanı günaha, o da cehenneme götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan araştırırsa Allah katında yalancılardan yazılır." (Buhari, Edeb 69), "Dâima doğruluğu araştırın! Doğrulukta helâkinizi görseniz bile, muhakkak onda sizin için kurtuluş vardır." (Münavi, Feyzü'l-Kadir, 3/232), "Doğruluk, insanın içinde güven ve iç huzuru meydana getirir. Yalana gelince o, burkuntudur, bulantıdır." (Tirmizi, Kıyame 60) sözleri, bunlardan sadece birkaçını teşkil etmektedir.
Yalan, insandaki emniyet ve sadakat niteliklerini ortadan kaldıran son derece kötü bir haslettir. Zira hayatında birkaç defa yalan söylemiş bir insan, daha sonra kendisinden meydana gelecek olan bütün doğrulara da gölge düşürmüş olur.
Yalan öyle kötü bir özelliktir ki, Yüce Allah münafıkların cehennemde karşılaşacakları kötü durumu; "Şu kesindir ki münâfıklar, cehennemin en alt katındadırlar. Onları oradan kurtaracak bir yardımcı da bulamazsın." (Nisa 4/145) sözüyle beyan buyurmuştur. İşte cehennemdeki yerleri bu olan münafıkların en başta gelen özelliklerini de Hz.Peygamber (sas), yalancı olmaları olarak belirtmiş ve; "Münafığın temel özelliği üçtür: Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder." (Buhari, İman 24) demiş, başka bir rivayette de: "Düşmanlık yaptığında aşırılığa gider." (Müslim, İman 106) ilavesiyle bizlere hatırlatmıştır.
İftira da yalan kadar hatta yalandan daha beter büyük bir günahtır. Zira hem yalanda hem de iftirada, insan ana merkezdedir. İnsanın değer ve masuniyeti ise Yüce Allah tarafından her şeyden üstün tutulmuş, bir insanın hayata kavuşturulması bütün insanlığın hayata kavuşturulmasıyla, bir insanın hayatına kastedilmesi, bütün insanlığın hayatına kastedilmesiyle eş tutulmuştur. Nitekim İbn Ömer'in (ra) Ka'be ile ilgili söylediği: "Şanın ne yüce, hürmetin ne yüce! Ancak mü'minin Allah katındaki değeri senden de yüce!" (Tirmizî, Birr 85) beyanı da, yine insanın özellikle de mü'minin Allah katındaki değerini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Bu sözde bir mübalağa söz konusu değildir. Zira Ka'be, Allah'ın evi olsa da, onu inşa eden netice itibarıyla bir beşerdir. Fakat insanı ve özellikle de "hiçbir yere sığmam, ancak mü'minin kalbine sığarım" dediği mü'mini yaratan ise Yüce Mevla'dır. Elbette ki Mevla'nın yarattığı ile insanın yaptığı arasında büyük fark vardır.
İnsanın bizzat kendisi değerli olduğu gibi, şânı, şerefi ve haysiyeti de değerli ve üstündür. Hangi şekilde olursa olsun, onun tahkir edilmesi, ayıplanması, hakkında iftiraların yapılması, kusurlarının veya duyulmasını istemediği fiillerinin sağa sola taşınması da yasaklanmıştır. Başkalarını ayıplamamak, onların aleyhinde konuşmamak ve böylece insanların kendisinden emin olduğu bir konumda bulunmak o kadar değerli bir makam sayılmıştır ki, Hz. Peygamber (sas), insanların Müslümanca en fazîletli olanının, insanların elinden ve dilinden emniyette bulunduğu kimse olduğunu, (Buhari, İman 4), iki çene ve apış arası konusunda söz verip sözünü yerine getirene cennette kefil olacağını (Buhari, Rikak 23) bildirmiştir.
Müslüman'ın nazarında elle yapılan tecâvüz ile gıybet, iftira, tahkîr, tezyif gibi dil ile yapılan tecavüz ve çekiştirme arasında fark yoktur. Zira birisi onun maddî yönünü zedelemekte ise, diğeri de mânevî yönünü yıpratmaktadır. Hz. Peygamber (sas) Mi'rac'a çıktığında orada bir kavmin yanından geçerken, demirden tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini yırtıp kanattıklarını görür. Cibril'e bunun sebebini sorunca, o da bunların, insanları çekiştiren, iftiralarla şahsiyetlerini zedeleyen ve insanların gizliliklerini ortaya çıkaran kimseler olduğunu söylemiştir. (Ebu Davud, Edeb 35).
Mü'minlerin rehberi olan Yüce Kur'ân da, tâbilerine, herhangi bir söz duyduklarında ve kendilerine bir haber geldiğinde, kesin bir karar vermeden, çok iyi araştırma yapmalarını, faraziye ve ihtimallerle karar vermemelerini emretmektedir. Zira insanlar ve toplumlar arasındaki anlaşmazlık ve kavgaların en büyük sebeplerinden biri, hiç şüphesiz tahkikat yapmadan ve zanna dayalı olarak verilen kararlardan kaynaklanmaktadır. Mü'mini, hem yalan hem de iftira atmaktan koruyan en güçlü faktör ise şüphesiz kâmil iman, öldükten sonra yaptığı her şeyden sorumlu olma bilinci ve insanın bütün organlarının hesap gününde sorumlu olacağına güçlü inancıdır.
Nitekim Yüce Kur'ân, "Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz ve kalp gibi organların hepsi de sorguya çekilecektir." (İsra 17/36) beyanıyla, kesin olarak bilmediğimiz bir konunun hakikatini öğreninceye kadar, konu hakkında herhangi bir fikir beyanında bulunmamayı, başkalarına yaymamayı, görmediğimiz ve kesin olarak duymadığımız halde, duydum, gördüm dememeyi emretmektedir. Mü'minlerin, her konuda örnek almaları gereken Hz. Peygamber de (sas); "Zan ile hüküm vermekten sakının! Zira sözlerin en yalanı zandır." (Buhari, Vesaya 8) buyurarak bu ilkeye dikkatlerimizi çekmiştir.
Hem yalan hem de iftirada, aracılık yapan dil olduğu için, bütün organların ondan çekindiklerini de şu Nebevi sözler haber vermektedir: "Âdemoğlu sabaha erdi mi, bütün organları, dile yalvararak; "Bizim hakkımızda Allah'tan kork. Zira biz sana tabiyiz. Sen istikamette olursan biz de istikâmette oluruz, sen sapıtırsan biz de sapıtırız!" derler. (Tirmizi, Zühd 61).
Aynı zamanda yalan ve iftirada dile eşlik eden diğer organların tamamı da, kıyamet günü dile gelip konuşacak ve insanın aleyhine şahitlik yapacaklardır. "Gün gelecek, dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları bütün kötülükleri tek tek bildirerek aleyhlerine şahitlik edecektir." (Nûr 24/24).
Yazılanların, çizilenlerin ve konuşulanların arşivlenip kayıt altına alındığını ve bu arşivlerin hesap gününde mutlaka açılacağını haber veren Kur'ân, "İnsan hiçbir şey söylemez ki onun yanında yaptıklarını gözetleyen ve kaydeden hazır bir melek bulunmasın." (Kaf 50/18), "O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder." (Yasin 36/65), Kim bir hata (küçük günah) veya büyük günah işler, sonra onu masum olarak birinin üstüne atarsa, bir iftira ve pek kesin bir vebal yüklenmiş olur. (Nisa 4/112) uyarılarıyla, mü'minlere hayatlarında uymaları gerekli olan ölçüleri göstermektedir.
Yalan ve iftira, bir kişi hakkında yapıldığında, sadece bir kişinin hakkını ihlal söz konusu iken, böyle bir günah, bir topluluk hakkında olup da, aynı zamanda bunlar basın ve medya yoluyla yapıldığında ise, günah katlanmış, haklarında yalan söylenip iftira edilenlerin ve bu haberleri duyanların sayıları nispetinde günah da artmış olur. Kendisine karşı işlenen günahları affedebileceğini beyan eden Yüce Mevla, insanlara ait hukuk ihlallerine karışmayacağını, kıyamet günü hesap anında, davalı olanların kendi aralarında hesaplaşacaklarını, şehidlik gibi yüce bir mertebeye ermiş olanların bile, kul hakkından sorumlu olacağını da yine Allah Resûlü mü'minlere haber vermiştir. (Müslim, İmaret 117, 119,120).
Konuyu merhum şair Mehmed Akif'in anlamlı şu mısralarıyla bitirelim:
Hayâ sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki her yerde...
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer o incecik perde!
Vefa yok, ahde hürmet hiç, emanet lafz-ı bî medlûl;
Yalan râyiç, hıyanet mültezem her yerde, hak meçhul.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan mânâ ibâdullahı istihkâr.
Beyinler ürperir yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş:
Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş!
Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl...
Bu izmihlâl-i ahlâkî yürürken, kalmaz istiklâl!
- tarihinde hazırlandı.