Ortada bir orantısızlık var
Türkiye'de devletin genel yapısı ciddi bir dönüşüm geçiriyor. Kanunlar değişiyor, bazı kurumlar etkilerini artırıyor. Türkiye sanki bir zaman tüneline girmiş ve 1990'lara geri dönüyor. Daha geçen genel seçimlerde sivil anayasa vaadi tartışmalarının odağında iken şimdi işler tam tersi istikamete girmiş durumda.
Korku Türkiye'ye geri döndü. Bunu artık gündelik hayatta hissetmek mümkün. İnsanlar konuşurken dikkat ediyor, bir panele davet ettiğiniz akademisyen "başka kimler var" diye soruyor, telefonlarda konuşmak ayrı bir risk.
Sokakta, fırında, bakkalda alışveriş ederken insan, ülkede tuhaf bir sessizliğin olduğunu görüyor, hissediyor.
Hatırı sayılır adamlar, önemli gazeteciler dost sohbetinde zaman zaman fısıltı halinde konuşuyor.
Ne oluyor?
Devlet dönüşüyor derken meselenin özünde iki temel durum göze çarpıyor: İlk olarak, özgürlük alanını "ciddi derecede kısıtlayan kanunlar" yapılmaya başlandı. Hemen her gün internet, yargı ve benzeri alanlarda endişe verici yeni yasalar ortaya çıkıyor.
İkinci olarak, ulusal istihbarat teşkilatımız neredeyse sistemin "en önemli kurumu" haline gelmiş durumda. MİT'in isminin geçmediği bir gün veya konu artık yok. Bugün siyaset bilimi bölümünde ikinci sınıfta okuyan bir öğrenciye "Türkiye'nin en güçlü ikinci adamı kim" diye sorunca "MİT Müsteşarı" diye cevap verirse şaşırmamalı.
Güvenlik işiyle uğraşan bütün kurumlara hiçbir demokraside görülmeyecek yargısal imtiyazlar veriliyor. Neredeyse yoldaki vatandaş dışında artık herkesin bir dokunulmazlık veya yargılanamazlık zırhı var.
Bunlar olurken topluma demokrasi heyecanı pompalayan kurumumuz nedir? Türkiye'de AB yanlısı bir kurum ve lider kaldı mı?
Eskiden teknik konularda eleştiri getiren AB Komisyonu artık hukukun üstünlüğü, demokrasinin temel kriterleri gibi meselelerde Türkiye'yi uyarmaya başladı. Müzakere sürecindeki bir ülkenin hukukun üstünlüğü konusuyla ilgili AB Komisyonu tarafından uyarılması kabul edilecek bir durum mudur?
Bütün bunlara paralel olarak tıpkı eskiden olduğu gibi dış politikadan eğitime her konu güvenlik meselesi haline geliyor. Bugün her konu hakkında bir "güvenlik ve istihbarat" kontrolü normalmiş gibi algı oluştu.
Gerekçe ikna edici mi?
Şimdi bütün bu olumsuz yöndeki icraatlar için söylenilen gerekçe, "Hizmet Hareketi ile mücadele." Ne var ki, siyaset biliminin eldeki yöntemlerine göre konuşursak olup bitenler "Hizmet Hareketi ile uğraşmanın" çok ötesinde gibi görünüyor.
Bir benzetme ile ifade edersek "devletin DNA'sı değişiyor." O yüzden Hizmet Hareketi ile uğraşmak için bütün bir devletin yerleşik yapısını neredeyse "devrimci" bir biçimde değiştirmek son derece tuhaf görünüyor.
Neresinden bakılsa ortada tuhaf bir durum var.
Öyle ki: Bu değişim için Türkiye'nin uluslararası yerleşik algısının kökten değişimi bile göze alınmışa benziyor.
Halbuki değişen kanunlar, bütün vatandaşları etkileyecek!
O nedenle olup biten gelişmeleri "Hizmet Hareketi ile mücadele" olarak açıklamak ikna edici değil. Gerekçe ile yapılanlar arasında çok büyük bir orantısızlık var!
Basit bir soru
Bugün binlerce insan sadece Hizmet Hareketi'ne yakın diye tasfiye ediliyor. Bu konunun siyasal ve sosyal sonuçları uzun zaman tartışılacaktır. Kalabalık içinde bazıları mecburen bağırmak zorunda kalır. Bunu anlamak gerekiyor. Zamanla ortalık yatışınca bazı konular farklı görünür.
Ancak ortada basit bir soru var: Hizmet Hareketi'ne yakın insanlar tasfiye edildikçe daha demokratik bir ülke mi oluyoruz?
- tarihinde hazırlandı.