Tereddütler Devam Ediyor, Çünkü…

Biz anne ve babalarımızdan, içine doğduğumuz yakın çevreden 'inanç' edinmiş delikanlılardık. Anne ve babalarımız, yakın çevremiz gibi inanıyorduk. Bu inanç, kadîm bir geleneğin imbiğinden geçerek bize aktarılmıştı. Anne ve babalarımıza fazlasıyla yeten, onları hayatın içinde tutan, hayatı onlar için daha yaşanılır kılan 'taklidî iman' diyebileceğimiz bu inanç durumu, yolu okullara düşmüş bizleri ne kadar tutacaktı, biz ne kadar bu inancın içinde kalacaktık? Çünkü şöyle bir gerçek vardı: Okullarımızda öğrendiklerimiz, evlerimizde inandıklarımıza yakın durmuyordu. Ev ile okul arasındaki görünen bir karşıtlıkta bölünüyorduk. Üstad Bediüzzaman'a gelip o can alıcı soruları soran delikanlılar olmuştuk. Zihnimize üşüşen yığınlarca soru inançlarımızı taciz ediyordu. Bu durum bizi kadîm bir geleneğe, evlerimize, dahası anne ve babalarımıza yabancılaştırıyordu. Bu sorular çeşitlendikçe ve biz öylece cevapsız kaldıkça bir 'dil'den oluyorduk. Anne ve babalarımızın anlamakta güçlük çektiği başka dillere vurgu yapıyor, bilim diyor, Darwin'den bahsediyorduk. O çelimsiz yapılarımızla sahiplendiğimiz soruların çekilmezliği içinde erkenden düşüyorduk.

'Yol'dan çıkmış zamanların tereddütleri içimizi doldurmuştu. Soruyorduk. Veya bize sorduruyorlardı. Allah niçin kullarını bir yaratmadı? Kimini kör, kimisini topal olarak yarattı? Azrail (as) bir tane olduğu hâlde, bir anda vefat eden bir sürü insanın ruhunu nasıl kabzediyor? Bir tabiî âfette ölenlerin hepsinin eceli birden mi gelmiştir? Şeytan cehenneme gireceğini bildiği hâlde niçin küfürde ısrar ediyor? O neydi öyle, sorudan soru yakılıyordu. Bir geleneğin içinden çıkıp gelen yakın çevremiz bu sorular karşısında öylece şaşakalıyordu. Ne oluyordu bizlere böyle!? Bir şeyler oluyordu işte! Çocuklar 'ev'lerini yitiriyorlardı, yakın çevrenin tarihinden düşüp kayboluyorlardı.

İşte böylesi bir ruh hâleti içinde Asrın Getirdiği Tereddütler'i okuduk. Ağrıyan taraflarımıza iyi gelsin diye eczaneden aldığımız ilâçlar gibi olmuşlardı. Bu kitap serisini oluşturan her bir soru bizim de sorduğumuz bir şeydi. Ve her bir soruya verilmiş o cevaplar, ilk kez okuduğumuz şeylerdi. Cevaplar, hem soruların hem de geleneğin diline vâkıftı. Biz cevaplarda, hem şüphe merkezlerinin dillerine, hem de ailelerimizin konuştukları dillere bir vukufiyet görüyorduk. Güven duygusu içinde bu okumalara düştüğümüzü hatırlıyorum. Yavaştan içimizde kaybolmaya yüz tutan hisleri bize yeniden bulduran bir okumaydı bu. Hani bir şeylerinizi kaybeder, çok üzülürsünüz. Sonra karşınıza bir vesile çıkar, size kaybettiklerinizi getirir. Nasıl sevinirsiniz? Asrın Getirdiği Tereddütler, kaybettiklerimizi bize bulduruyordu.

Yıllar sonra, Asrın Getirdiği Tereddütler'in yeni baskılarıyla karşılaşınca, öylesine karıştırdım. Sorulara bakıp, yeniden bir okumaya giriş yaptım. Bu sefer şu soruyu sordum: 'Eski' bir kitabı okumak bir tekrar mıdır? 'Tekrar okuma'larımdan biliyorum ki, biz bir kitabı her seferinde yeniden okuruz. Çünkü ellerimizin arasında duran kitap, bu kitabın ruhu, durağan, küt bir şey değildir. Çünkü 'eski' kitaplarına giden okuyucu aynı okuyucu değildir. Adına 'tekrar okuma' dediğimiz fiilde, artık 'başka biri' olmuş hâlimizle o kitaba gidiyoruz. Ve gittiğimiz kitap da, 'başka biri' olmuş hâlimize karşılık gelen ruhuyla bizi karşılar. Yani 'tekrar okuma'lar yapan okuyucu, her seferinde başka biri olarak yeni bir kitaba gitmiş oluyor.

İlk okumalarımdan yıllar sonra Asrın Getirdiği Tereddütler'i yeniden karıştırınca hissettiğim şey budur. Evet, tereddütler hep olacak! Çünkü hep yeniden yaratılan bir hayatın içinde yenilenip duran hâller yaşıyoruz. Evimizin önünde akıp duran ırmağa defalarca girmiş olsak da, her seferinde yeni bir ırmağa girmiş oluyoruz. Çünkü ırmak biteviye akarak ve biz de değişerek yenilenmişizdir. Asrın Getirdiği Tereddütler'le ilk kez karşılaşan okuyucular, bu kitap serisiyle sahiden 'yeni' cevaplar bulmuş olurken, bizim gibiler de 'yeniden' bir okuma yapmış olacaklar.