Türkiye, Ayakları Dışarıda Olursa Ayakta Durabilir...

New York– ABD’nin asker talebi, bir yönüyle Türkiye’nin bölgedeki gücünü dost–düşman herkese kabul ettirirken, diğer bir yönüyle de bizim dışa açılmamızın önemini işaret ediyor.

Asıl anlatmak istediğime geçmeden önce Washington’un Irak’la ilgili asker talebi konusunda geçen hafta işaret ettiğim hususların bir defa daha altını çizmek istiyorum.

ABD ile dost ve müttefik kalmak Türkiye için hayati önemdedir. Ancak bu, Amerikan politikalarına teslimiyet anlamına gelmez. Türkiye, bölücülük tehdidine karşı Kuzey Irak’ta mutlaka asker bulundurmalı. Washington’un talebi doğrultusunda başka bölgelerde de olabiliriz. Ama bu bölgeleri biz belirlemeliyiz. Ölçümüz de şu olmalı: 1. Irak’ta batağa çekilmemeliyiz. 2. Türk askerinin kullanılmasına fırsat vermemeliyiz. 3. İslâm dünyasından dışlanmamalıyız. 4. Suriye ve İran ile ilişkilerimizi zedelememeliyiz. Yani inisiyatif bizde olmalıdır. Tek bir örnek vereyim: Allah göstermesin Irak’ta her gün bir–iki Türk askeri öldürülürse, Türkiye nasıl bir tuzağa düşer ve zincirleme reaksiyonlarla hangi tehlikelerle karşı karşıya kalır sorusu, endişelerimizin haklılığını izah etmeye yeter.

Şimdi asıl konuya geçeyim. Türkiye, ayakları dışarıda olursa ayakta durabilir. Dünyadan tecrit edilmiş bir Türkiye’nin ayakta durması mümkün değil. Bundan 12 yıl önce 1991’de muhterem Fethullah Gülen, çok iyi hatırlıyorum, Süleymaniye kürsüsünden bu gerçeği haykırıyor ve şöyle diyordu:

“Türk müteşebbisi dünyaya açılmada geç kaldı. İster eğitim faaliyetleri, ister ticaret adına insanımızın dünyanın dört bir yanına yayılmasında zaruret var. Değilse hep başkalarının eline bakarız.”

Bu tavsiyeyi benimseyen Anadolu insanı gerçekten bugün dünyanın dört bir yanında yüzlerce Türk okulu açtı. Parlak uluslararası başarılara imza atan bu okullar sayesinde Türkiye, kendimiz kalarak dünya ile entegre olmanın çok önemli bir dinamiğini yakaladı.

Ne var ki aynı başarıyı ekonomik alandaki dışa açılmada gösteremiyoruz. Bunun başlıca sebepleri arasında Türk işadamları için ciddi bir enformasyon ağının kurulamayışı var. İşadamlarımız ve yatırımcılarımız sağlam şekilde bilgilendirilemiyor. Esaslı pazar ve yatırım sondajları yapılamıyor. Halbuki ticarî ve sınaî dünya coğrafyasının çok iyi bilinmesi gerekiyor. Kafa yormak, beyin fırtınası yapmak gerekiyor. İş dünyası derneklerine büyük görev ve sorumluluk düşüyor.

Eğitim faaliyetlerinin gönüllü destekçileri olan hayırsever insanlarımız da artık ticarî açılmaya gereken önemi vermelidir. Çünkü tek ayakla sıçramak zordur.

Amerika’ya, Avrupa’ya, Japonya’ya cılız sermayeler ile açılmak mümkün değildir. Hele el yordamıyla, sağa sola toslayarak ve başarısızlık mahkumları olarak başkalarını da ümitsizliğe sevk etmek hiç doğru değildir. Yapılması gereken, kimse işini tasfiye etmeden sermaye ortaklıklarına gitmek ve dünyaya güçlü sermaye ile açılmaktır. Bunun yanında ABD ve Avrupa şirketleriyle, Japon şirketleriyle ortak yatırımları, ticareti de düşünmek gerekir.

Ayrıca basiretli adımlar atılmalıdır. Alternatif çözümler üzerinde durulmalıdır.

Türk insanı Tanzimat’tan beri elli defa düştü; ama elli defa da kalkmasını bildi. Kuyunun dibinden on türlü çıkma yolu, yöntemi öğrendik, geliştirdik. Alternatif açılma, alternatif doğrulma sistemlerini de aynı psikoloji ve dinamiklerle bulabiliriz. Ve dünya ile rekabet edebiliriz.

Dünyanın dört bir tarafındaki Türk okullarıyla sesimizi, Osmanlı dönemindekinden bile daha geniş coğrafyalarda duyuruyoruz. Bu başarıda büyük payı olan işadamlarımız inanıyoruz ki aynı başarıyı iş hayatında da göstereceklerdir.

Her yerde olmayan bir yerde olamaz...