Hoşgörü ve Diyalog Tenkitçilerine Cevap

Farklı din mensupları arasındaki diyalog ve hoşgörü sürecinde öncülük edenlere yöneltilen tenkit ve ithamlara bir cevap vermek gerekiyor. Önce dost çevrenin yaklaşımını ele alalım.

Sanki Hıristiyanların ve Yahudilerin dindarları ile oturup kalkmalar, dinde sonradan ortaya çıkan bir değerlendirme ve uygulamaymış gibi acımasız ithamlar yapılıyor. Hatta, "bu diyaloglar yüzünden şurda şu kadar, burda bu kadar Müslüman Hıristiyanlığı seçti" deniyor. Ama şimdiye kadar isim, meslek, yer gösterilerek tek bir örnek verilmiyor. Biz de gidip o kişilere "siz, farklı din mensuplarının diyaloglarından ne şekilde etkilendiniz de en son dini bırakıp Hıristiyanlığı seçtiniz, şunu bize bir anlatın" diye soramıyoruz.

Asıl itibariyle de şunu anlamak mümkün değil. Türkiye'de diyalog ve hoşgörüye öncülük eden insanlar, aynı zamanda İslam'ı yaşamakta, dinin hayat bulmasında en fazla hassasiyet gösteren, nesillerimize sahip çıkılması için müesseseler açan canla başla çalışan insanlar. Tenkit ve itham yönelten dost çevrenin mensupları bile, kendi çocukları söz konusu olunca, bu insanların önayak olduğu eğitim kurumlarını tercih ediyorlar. Bu gerçeğin ışığında biraz insaf sahibi olmak gerekmiyor mu?

Farklı din mensupları ile diyalog, özü itibariyle herkesi kendi konumunda kabul etme, herkesin konumuna saygılı olma demektir. Pekiyi bunun hayata geçirilmesi İslam tarihinde ilk defa Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın çabalarıyla mı ortaya çıkmış? Sadece Medine Vesikası bu gözle incelemeye alınsın: İnsanın hangi din, hangi ırk, hangi milletten olursa olsun din, hayat, seyahat, teşebbüs ve mülk edinme hakkının olduğunu Peygamberimiz (sas) yüksek sesle bütün âleme duyuruyor mu, duyurmuyor mu? Aynı hakikatler başka bir üslup ve eda ile Veda Hutbesi'nde tekrar ediliyor mu, edilmiyor mu?

Keza Raşit Halifeler dönemine, onları doğru anlamış ecdadımızın fetih dönemlerine bakınız. Müslümanlar nerede kilise ve havra yıkmışlar? Nerede azınlıkların haklarına dokunmuşlar? Nerede vicdan hürriyetine kısıtlama getirmişler? Bizim mazimizin özü hoşgörü ve diyalogdur. "Severim yaradılmışı, Yaradan'dan ötürü" diyen biziz…

Dinin özü zaman zaman İslam tarihinde Raşit Halifelerin gözettiği hassasiyet içinde uygulanmamışsa; bunda kabahat dinin değil. İşin özünü hazmedemeyen, içine sindiremeyen insanların yönetimlerin üst kademelerini tutmasında, İslam ile bağdaştırılamayacak dünyevi düşüncelerin ön plana çıkmasındadır. Makam sevdasının, menfaat duygusunun, kabile taassubunun İslam adına yaptığı kabalıkları savunabilir miyiz? Hoşgörü ve diyaloğu 10 yıl öncesinde büyük bir cesaretle başlatan Sayın Fethullah Gülen; "Bu tavır benim şahsi yapımla ilgili değildir, ben inancımın gereğini yerine getiriyorum" diyor. Evet bu mesele, bazı Müslümanların iç inceliğinin ifadesi değildir. "Böyle davranırsak kendi düşüncemiz, kendi gayemiz adına yol alırız, mesafe katederiz" mülahazasına bağlı bir tavır da değildir. Dinimizin kaynakları bunun böyle olması gerektiğini söylüyorsa, bunu bir vazife ve vecibe olarak müntesiplerinin omuzlarına yüklüyorsa bu süreci kimse kendine mâl edemez. Hasılı, hoşgörü ve diyalog kimsenin şefkatinin, merhametinin ürünü değildir. İslam'ın şefkatinin ve merhametinin ürünüdür.

Diyalog ve hoşgörü sürecine tenkit ve suçlama yönelten ikinci çevre ise; dindar insanlardan gelen her türlü hayra ve iyiliğe düşman kesilen, kendi menfaatlerinin, konumlarının, gücünün korunmasının ötesinde ne milleti, ne devleti ne de insanlığı düşünen, paranoyalarla yatıp kalkan çevredir. Zihniyetleri itibariyle yıllardır milletimizin özünden, inancından koparılmasına seyirci kalmış, din diyanet denince tüyleri diken diken olmuş bu çevre şimdi kalkıyor misyonerlik karşısında bizden de Müslüman kesiliyor. Misyonerler asırlardır çalışıyor, şimdi mi fark ettiniz? Milletin vicdanını hiç kandıramayanlar, yine kandıramayacaklar.