Bir Kayıp Gün Daha: Gönül ve Akıl Arasında
Aslında hepimizin arzusu 'Ak Parti'yi ve Fethullah Gülen'i Bitirme Planı' adıyla bilinen belgenin 'sahte' çıkması; neredeyse hepimiz “Aman, keşke sahte olsa” diye dua ediyoruz. Buna karşılık, yine neredeyse herkes, belgenin 'hakiki' olabileceğine inanıyor gibi; gazetelerde yazan ve televizyonlarda yorum yapanların büyük bölümünün pek az tereddüdü olduğu hemen hissediliyor.
Neden acaba?
Gönlümüzün 'sahte' çıkmasını neden arzu ettiği belli de, neden pek çoğumuz belgenin 'hakiki' olabileceğine daha fazla ihtimal veriyoruz?
Bunun en büyük sebebi, siyasi tarihimiz elbette... Bugüne kadar dördü sonuç vermiş beş askeri müdahale yaşamış bir ülke burası; sonuncu müdahalenin (27 Nisan 2007) üzerinden hepi topu iki yıl geçti. Sivil-asker ilişkileri açısından bakıldığında askerin 'vesayet' anlayışını ortadan kaldıran herhangi bir gelişme yaşanmadı.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Askeri İçhizmet Kanunu'nun her müdahalede 'gerekçe' olarak kullandığı 35. maddesi yerli yerinde duruyor. O maddede yazan 'Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi' içerisine pekâlâ 'Bitirme Planı' belgesinde yazılanlar da sokulabilir. Bir kişi, kuruluş ve örgüte 'Cumhuriyet düşmanı' denilmesi yeterli; Cumhuriyet'i koruma ve kollama görevini yerine getirmek, asker için, bir zorunluluk haline gelebiliyor.
Yalnız İçhizmet Kanunu'nun bir maddesinin varlığı değil elbette “Belge hakiki galiba” diye düşündüren; bir başka sebep de, 'Bitirme Planı' benzeri belgelerin örnekleriyle daha önce karşılaşmamız ve o örneklerin pek çoğunun 'hakiki' olduğunun TSK tarafından açıklamayla –bazen de sukût ederek- doğrulanmasıdır...
28 Şubat'ın ünlü 'andıç' belgesi sözgelimi... Ele geçen belgeye ilk bakışta “Bu sahte olmalı” tereddüdüyle yaklaştığımı gayet iyi hatırlıyorum. Bir siyasi suçludan alınan ifadelere onun ağzından çıkmayan ve üçüncü şahısları töhmet altında bırakan cümlelerin sonradan eklendiğine, gazete yöneticileri ve yazarlarının o cümlelere dayanarak manşet atmaları ve yorum yapmaları teşvik edildiğine inanmak hiç de kolay değildi çünkü...
Oysa, TSK, o belgenin 'hakiki' olduğunu açıkladı.
Şu yakınlarda ortaya atılan başka belgeleri düşünün... Dün de kayda geçirdiğim gibi, son belgenin altında imzası bulunan Kıdemli Kurmay Albay'ın daha önceki marifeti, ülkemizin öndegelen iş ve fikir adamlarını 'tehlikeli' kategorisinde gören bir andıçtı: Rahmi Koç 'tehlikeli', Bülent Eczacıbaşı 'tehlikeli'ydi, hatta Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi de 'tehlikeli' bulunuyordu o 'andıç yazarı' tarafından...
Bir de 'medya andıcı' var, kolayca hatırlayabileceğimiz; o zamana kadar 'akredite' sayılan medya kuruluşlarıyla mensuplarını küçültücü sıfatlara lâyık görüyordu o 'andıç'... Askeri savcılık inceleme sonucunda andıcın taslak aşamasında ama 'hakiki' olduğunu doğruladı ve belgenin çalındığı tarihi de açıkladı.
Böyle bir arka-planı var bugün yürütülen tartışmanın ve işte bu yüzden, gönlümüz başka bir şeyi arzularken aklımız tersini düşünmekten kendini alamıyor.
Herhangi bir kuruluşun çalışmasını üzerine dayadığı yasada bu tür 'plan' çalışmalarını zorunlu görmesine sebep olan maddeler varsa, o kuruluş içerisinde görevi 'koruma ve kollama' şemsiyesi altına giren konularda çalışmalar yapmak olan birimler bulunuyorsa, o birimlerde görevli birinin ara sıra bilgi notu ('andıç' askeri terminolojide bu anlama geliyor) veya plan veya rapor kaleme alması neden yadırganıyor ki?
Her şeye rağmen umudum, hiç değilse bu belgenin 'sahte' çıkmasından yana; 'hakiki' veya 'sahte' demeden bütün yanlış anlamaları ortadan kaldıracak yasal düzenlemelere gidilmeli artık.
- tarihinde hazırlandı.