Potsdam'da Gelenekle Modernitenin Uyumu

Bugün dünyamız iki ana tarihi akıma sahip. Bunlardan birisi modernizmin geleneğe hakim olduğu, ve yer yer neredeyse yeninin eskiyi sıfırladığı Batı Medeniyeti. Diğeri ise Potsdam Üniversitesi Din Enstitüsü ve Forum für İnterkulturellen Dialog (FID) kurumu, Abraham Geiger Kolleg ile Evangelische Akademi Berlin ve Alman Orient Enstitüsü öncülüğünde gerçekleştirilen 'Gelenekle Modernizim Arasında Müslümanlar: Kültürler Arasında Bir Köprü Olarak Gülen Hareketi' başlıklı uluslararası konferans, 40 aşkın bilim adamı yüzlerce katılımcı ile gerçekleştirdiği projeler ile 21. Yüzyılda kültürler arasında barış mimarı olmaya aday Gülen Hareketi'ni ele aldı. Böylece dünya çapındaki sosyal bir hareketin global anlamda ne olduğu ile Avrupa ve Almanya için ne ifade ettiği bilimsel bir ortamda değerlendirildi.

Üniversitede gerçekleştirilen bu konferans, modern aklın eleştirel bakış açısına sivil bir hareketin kendisini gönüllü olarak sunması ile önemli. Böylece sosyal bir hareket olarak Gülen Hareketi'nin dini ve kültürel referanslarının yanına sosyal bilimlere ait alan ve terimler de eklenmekte. Birbirinden tamamen farklı kültür ve anlayışların geçerli olduğu farklı coğrafyalarda, o ülkelerin insanları ile oluşturulan birliktelikler ve faaliyetlerin tanımlanmasında yeni sosyolojik ve felsefi terimlere ve tanımlamalara duyulan ihtiyaç, sivil bir hareketin bilime yaptığı katkıyı gösteriyor. Yine küreselleşme olgusu olarak ifade edilen ve boyutlarının ne olduğu halen tam olarak kestirilemeyen yeni yüzyılımızın yapılanmasını okumada Gülen Hareketi, bilimsel anlamda değişimi tanımlatan olmakla da akademik araştırmalara kaynaklık yapıyor.

Peki sivil bir hareketi bilimin konusu haline getiren bu süreç hangi, değişimlerin neticesinde ortaya çıktı? Küreselleşme gibi devasa bir hadisede sivil bir topluluğu bu kadar başarılı kılan esaslar nelerdir? Tartışma ve çatışmaların merkezindeki müslümanların dünyadaki konumuna ve farklı kültürlerle olan ilişkilerine bu hareketin getirdiği anlam nedir?

Bugün dünyamız iki ana tarihi akıma sahip. Bunlardan birisi modernizmin geleneğe hakim olduğu, ve yer yer neredeyse yeninin eskiyi sıfırladığı Batı Medeniyeti. Diğeri ise güçlü geleneğin modern olanı yönlendirdiği Doğu Medeniyeti ve hakim geleneğin adıyla anılan İslamın yeni dünyasıdır. Birinci dünya savaşından bu yana, iki medeniyet arasında her iki dünyanın kendi başarısızlık ve sorunlarından diğerini sorumlu tutan ve karşılıklı ötekini suçlayan bir yaklaşım gelişti. Soğuk savaş sonrasında ise bu iki tarihi medeniyet akımının birbirinin düşmanı olduğu tezi sıklıkla dillendirilmeye başlandı.

Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra dünyamız kendini bir medeniyetler savaşının içerisinde buldu. Karikatür krizleri ve protestolarla tüm dünyayı hızla sarmaya başlayan bu insani felakete karşı, güçlü islami geleneğin temsilcilerinden Fethullah Gülen'in yaklaşımı hızla önem kazandı. Çünkü Gülen, sanılanın aksine medeniyetler arasında bir çatışma değil yalnızca ittifak olabileceğini, medeniyetler arası ilişkinin savaş değil diyalog olabileceğini cesaretle vurguladı. Üstelik O'nun görüşlerini önemli kılan en önemli etken, fikirlerinin entellektüel cazibesinin ötesinde dünyanın hemen her yerinde gönüllü Türk müteşebbislerince açılan eğitim ve diyalog kurumlarında somut olarak hayata geçirilmiş uygulanabilir ve gerçekçi düşünceleri ihtiva etmesidir.

Kendi tarihi ve yerel geleneklerinden gelen bir modernliği veya yeniliği bulmakta geri kalan toplumlar ile modern dünya arasında gittikçe büyüyen uçurum, karmaşık bir küreselliği ve kendine has sorunlarını meydana getiriyor. Açlık ve fakirliğin yanı sıra çevre ve sağlık sorunları kontrol edilebilir boyutların dışına doğru kaymakta. Öte yandan küreselleşen sermayenin, globalleşen politikanın sorunları da kendi devasa ölçekleri boyutunda tüm dünyayı etkiledi. 21. Yüzyılın daha başında yaşanan ekonomik kriz, artan işsizlik, savaşlar ve buzulların erimesi gibi çevre sorunları modernizmin nimetlerini paylaşmak ile külfetlerini taşımak arasındaki hassas dengenin global anlamda korunamadığını gösteriyor.

İşte bu noktada aynı anda modern batıda ve geleneksel doğuda başarılı bir mevcudiyet gösteren Gülen Hareketi'nin modernizim ve gelenek arasında kurduğu bağ dikkatleri kendine çekiyor. Gülen bu bağı tüm medeniyet ve kültürlerde geçerli olan insani değerlerin evrenselliği ile kurdu. İnsan olmayı önemseyerek ve geliştirerek bilim ile inanç, ahlak ile teknolojinin arasında uyumlu bir ilişkinin eğitim aracılığı ile nasıl sağlanabileceğini göstermekte. Savaşların yaşandığı bölgelerde O'nun görüşleri doğrultusunda kurulan okullar birer barış adası haline gelirken; dünya barışını gerçekleştirmenin bir ütopya olmadığını herkese gösteriyor.

Batı uygarlığının ulaştığı son gelişme aşaması modernizim ve onun ötesi olarak adlandırılıyor. Bu uygarlığın ana vatanı olan Avrupa ise gelenekle modernizim arasındaki ilişkinin sert toplumsal çatışmalar biçiminde yaşandığı bir kıta. Ekonomi, politika, insan, toplum ve tabiatın kendi doğal kanunları doğrultusunda ilerledikleri kültürel bir süreç bu. Fukuyama'ya göre böylece ilkel insandan modern insana gelişme ve sosyal evrim tarihi sona eriyor. Bu anlamı ile Avrupa artık kendini tamamlamış görüntüsünü veriyor.

Ancak tüm dünyada giderek artan sosyo-ekonomik belirsizliklerin domino etkisi ve kendi idealine pek çok açıdan ulaşmış modernizmin gittikçe gelenekselleşen ve eskiyen yüzü, sorunsuz bir Avrupa'da insanın kendi kendini gerçekleştirme iddiasını modern zamanın ilerisine öteliyor. Ekonomik sorunlar, ırkçı eğilimlerin artması ve Avrupa Birliğinin genişleme sürecinde yaşanan sıkıntılar, geçmişin girdaplarına dönüş eğilimlerini yer yer göstermekte. Böylece modernizmin batı uygarlığı için bir son mu ya da yalnızca bir aşama mı olduğu veya tüm dünya için kapsayıcılığının geçici bir dalga mı olduğu gibi sorunlar ortaya çıkmakta.

Fethullah Gülen ise insanlığın sonsuzluğa açık gelişme çizgisinin gelenek ve modernliği bir arada götürebilecek bir kapasiteye sahip olduğunu ifade etmekte. O'na göre acılarımızın ana nedeni biri adına diğerini inkar etmemizden kaynaklandı. Oysa biz onların zararlı yönlerini birbirleriyle nötr hale getirebiliriz. Gülen, modern toplum ve bilim ile kültür ve din gibi gelenekler arasında insani değerleri esas kabul edip önceleyerek evrensel bir metot önermekte. Bu nedenle Gülen'in görüşleri kendi gelenekleri ile uygun bir bağ kurma çabasında olan Avrupalı entellektüellerin arayışlarına cevaplar barındırmakta ve ilgi görmekte. Her toplumun kendi kültürü ve gelenekleri ile barışık bir biçimde modern dünyada yer alabilmesi, bu kültür ve geleneklerdeki evrensel insani değerleri öne çıkartmaktan geçiyor.

Gelenekle modern arasındaki çatışmaların ve şimdiye kadar çözümsüz kalmış problemlerin önemli örneklerinden birisi de Almanya'ya 60'lı yıllarda gelmiş olan Türk göçmenlerdir. Anadolunun kırsal ve geleneksel aile ve toplum yapısından gelen bu insanlar, çoğunluk toplumunun modern yaşantısı ile uygun bir bağ kurma sorunu yaşadılar. Modern hayata katılmaya karar verenlerin kendi gelenek ve toplumlarından kopması ama aynı zamanda ileri de gidememesi ümitleri kırdı. Bu durum daha katı gelenek yapılarının göçmen gruplarında ortaya çıkmasına neden oldu. Geleneksel aidiyetlerin kırılmasından kaynaklanan kimlik sorunları, travmatik davranışların gelenek adına sergilenmesi sonucunu doğurdu. Tüm bu sorunlara karşın geleneksel kökler ile modern hayat arasında sağlıklı bir bağ kurabilen Gülen Hareketi Almanya Türk toplumu için önem kazandı.

Açılan eğitim kurumları, medya ve diyalog çalışmaları Türk kültürüne ait evrensel insani değerleri öne çıkararak modern hayat ile gelenekler arasında sıkışmış göçmen topluluğun kendi kimliğini koruyarak modern hayata katılmasını ve çoğunluk toplumu ile verimli bir ilişki kurmasını sağlayacak uyum yolunu inşa ediyor.

Doğu ve batının, modernle geleneğin kendisinde birleştiği bir entellektüel olarak Gülen'in düşüncelerinin izini Gazali'de, Mevlana ve Nursi'de bulabildiğimiz gibi, Kant'da Goethe ve Beethoven'de de bulabiliriz. Ebedi barışa giden yolu akılla birlikte tecrübenin birlikteliğine, vazife bilinci ile yapılan ahlaki fiillere ve ancak evrensel boyutta yaptıklarımızın erdemine bağlayan Kant'ın düşünceleri bu gönüllü eğitim kurumlarında hayata geçmekte. İnsanlığın yaşadığı derin acıları tüm kalbinde duyumsayan ve ızdırabın müziğini yapan Beethoven'in Schiller'e ait 'Kardeş olun ey insanlar bunu ister Tanrımız; bu dünyada herşey geçer de en son sana dost kalır.' dizelerine ünlü 9. Senfonisi ile yaptığı beste, aynı zamanda bu büyük dahinin insanlığa vasiyeti. Bu çağrıya doğulu bir entellektüel olarak Gülen'in insanlığın barışı ve kardeşliği için olan gayreti güzel ve anlamlı bir cevap olmakta. Yine Faust'unda 'zihnim bundan böyle hiç bir kedere kapamayacak kendini; tüm insanlığa düşen neyse ben de alacağım payımı tüm yüreğimle' diyen Goethe'nin tüm kültürlere ve zamanlara ait çilekeş enginliğini 'aç herkese açabildiğin kadar sineni ummanlar gibi olsun, Sen, insanı sev ve insanlığa hayran ol' diyerek paylaşan Gülen, insanlığın bu ortak duygu ve düşüncelerini hayata geçiriyor. Doğu ile batının birbirine gülerek baktığı insanlığın bu yüksek idealini Gülen, 'yitik yeryüzü cennetini bulmak' olarak adlandırıyor.