Türk-Arap Dostluğuna Gülen Hareketi Katkısı

Gülen konferansları serisine bir yenisi daha ilave edildi. 'İslam Dünyasında Islahın Geleceği: Fethullah Gülen Hareketi ile Karşılaştırmalı Tecrübeler' başlığı altında tam üç gün boyunca süren konferans umulanın çok üzerinde müspet tepkiler aldı.

Kahire Üniversitesi Ekonomik ve Siyasal Bilimler Fakültesi, Türkiye'de yayınlanan ve sahasında bir ilke imza atıp Arapça olarak yayınlanan Hira Dergisi ve yine merkezi İstanbul'da bulunan Akademik Araştırmalar ve İnternet Vakfı'nın organizatörlüğü ile yapılan konferans, sahasında uzman kişilerin Gülen Hareketi'ni farklı açılardan değerlendiren tebliğlerine sahne oldu. Haber formatı içinde belki üç günden beri basın-yayına yansıyan bu bilgileri bir kenara bırakarak; gözlemlediğimiz bazı hususları aktaralım.

Öncelikle; konferans baştan sona web sayfasından internetten canlı olarak yayınlanmak suretiyle Mısır'da bir ilke imza attı. Bunun teknolojiyi yakalama adına Mısır'a bakan yönü olduğu gibi, Gülen Hareketi etrafında konuşulan şeylerin anında ve hiçbir sansüre tabi olmaksızın bütün dünyaya duyurulması boyutu da var. Bu durum, daha önce gerçekleşen aynı tip konferanslar sonrasında kaleme aldığım değerlendirme yazılarında ısrarla ifade ettiğim tespite destek veriyor; hareketin kendisini ameliyat masasına yatırması, tenkit ve takdirlere sinesini açması ve daha önemlisi bazı gizli örgütlerin yaptığı türden kapalı kapılar arkasında değil, bunu aleni yapması. Umarım gerek Türkiye, gerekse başka coğrafyalardaki şeffafiyet eksenli şüpheli bakışlar, bu noktayı gözden kaçırmıyorlardır.

İkincisi; yine bir ilk. Konferans Amr Musa'nın başkanlığını yaptığı Arap Birliği binasında yapıldı. Elbette bunun sembolik bir değeri var; fakat kurumun Arap ülkeleri nezdinde taşıdığı mana, Gülen Hareketi'ne mikroskop altında mercekle bakılmasını netice verdi. Ülkemizde Arap Birliği'nin Avrupa Birliği ölçüsünde tanınmışlığı olmayabilir. Bu bizim Arap ülkeleriyle olan gönül bağımız, dinî ve kültürel münasebetlerimizden değil, siyasi ilişkilerimiz ve devletimizin mazisi çok gerilere uzanan dış politikaları nedeniyledir. Ama bu durum Arap Birliği'nin önemini Arap ülkeleri nezdinde azaltan bir unsur değildir. Arap Birliği ilgili coğrafyada tıpkı Avrupa Birliği ölçüsünde etkinliği, saygınlığı olan ve özellikle politik açıdan nazarların kendisine çevrildiği bir kurumdur. Nitekim protokol konuşmalarının yapıldığı ilk gün 70'e yakın gazete, TV, haber ajansının salona gelip haber yapması ve sonra bunların yayınlanması, bahsini ettiğim hareketin mercek altına alındığının göstergesi.

Hakeza gerek akademisyen gerekse birlik yetkililerinin ifadeleri ile 3 gün boyunca devam eden konferansta 160 kişilik salonun 400 kişi ile sürekli dolu olması bizi aynı noktaya götürmekte. Söz konusu insanlar sağdan-soldan toplama insanlar olmayıp, başta Afrika ülkeleri olmak üzere, Arap coğrafyasından gelen 200'e yakın sahalarında uzman akademisyen, bürokrat, çeşitli üst düzey devlet görevlileri ile Kahire ve Ezher Üniversitesi talebelerinden oluşmaktaydı.

Nitekim kapanış oturumunda verilen bilgiye göre tebliğcilere yazılı olarak sorulan soru adedi 500 adedi geçmiş. Görülmemiş akademik ilgi diye adlandırabileceğimiz bu vakıa, sanırım hareketi tanıma adına duyulan arzu izharı ile açıklanabilir.

Dikkat ederseniz konferansın akademik muhteviyatı ile alakalı bilgi vermeden ziyade görülen manzara ve sonuçlar üzerinde durmaya çalışıyorum. Konferansın katılımcı ve tebliğ boyutuna ilgi duyanlar sunulan tebliğlerin yayınlanmasını bekleyecek. Sonuç denince; elbette bunun etkilerinden bahsetmek gerekecek. Fakat bunun için çok erken. Bununla birlikte gerek kapanış konuşmalarında açıkça, gerekse ikili münasebetlerde duyduğumuz bazı tespitleri aktarabilirim.

Hemen herkesin ortaklaşa tespiti ile başlayayım; "Arap coğrafyası ne Hocaefendi'yi ne de hareketini hakkıyla tanıyor". Bu cümle bana ait değil; belki yüzlerce kişinin dile getirdiği bir hakikat. Konferans organizatörlerinden Prof. Dr. Nadya Mustafa'nın şu beyanları söz konusu tespitin ispatı: "Bu hareket Türkiye'de ve yurtdışında yönetimlerle çatışmadan tamamen bir sivil yapılanma olarak faaliyet gösteriyor. Bunu nasıl başarıyorlar ve halkın teveccühünü nasıl kazanıyorlar, anlamak istiyoruz." Bu bilgisizliğin ya da ilgisizliğin nedenlerine girmek makalenin yönünü değiştirir.

Batı'da daha bilinir olmanın temel sebebi

Tanınma çizgisinde yaşanan bu problemden dolayı konferans organize heyeti, Hocaefendi'nin şimdiye kadar defalarca reddettiği şeyi bir fazlasıyla hayata geçirmişler. Bir; konferansın üst başlığında Hocaefendi'nin ismini kullanmışlar; iki, "Fethullah Gülen kimdir; şahsiyeti, eserleri, düşünceleri" adı altında bir panel oluşturmuşlar. Nitekim "Batı dünyası böylesi bir değeri ve hedefine tüm insanlığı koyan bir hareketi bizden önce tanıdı; bu bizim eksikliğimizdir; kendimizi bu noktada sorgulamalıyız" sözleri defalarca dile getirilen bir tespit oldu. Öyle zannediyorum ki konferans ile bu eksikliğin aşılması için bir adım atıldı; bundan sonra kendi içlerinde bir sorgulamanın başlayacağına inanıyorum ben. Ezher'den başlamak şartıyla, ilmi ve fikri düzeyde topluma yön veren ulema sınıfı ile söz konusu fikirler etrafında sistemin müsaade ettiği ölçüde sivil toplum alanında yapılanan organizasyonların bu sorgulamadan nasibini alacakları muhakkak.

Aktaracağım önemli ikinci tespit ise; hareketin dinî meşruiyeti. Takdir edersiniz ki gerek teorik seviyede dile getirilen düşüncelerin, gerekse bu düşüncelerin hayata yansıyan kurumsallaşmış modellerinin İslam dünyasında kabul görmesi ancak Kur'an ve sünnet eksenli meşruiyet temeli üzerine oturması ve din-siyaset ayrımında durduğu yeri net olarak görmesiyle mümkün.

Bu iki konu Arap zihninde netleşmediği müddetçe kuşkulu bakışların, endişeli bekleyişlerin önünü almak imkânsız. Din-siyaset bağlamında yakın geçmişte birçok sıkıntılar yaşamış bir dünyayı söz konusu endişelerinde haksız görmemek gerek. Kim bilir bugüne kadar belki de hareketin Batı'da olduğu ölçüde İslam coğrafyasında etkinliğinin olmamasının altında bu fikrî boşluk yatmaktadır. Yanlış anlaşılmasın, problem hareketin dayandığı temellerde değil, bu temellerin teorik ve pratik olarak Arap dünyasına ulaşmaması ve anlatılamamasında. Açık ve net; konferansta sunulan tebliğler, dinî temel özelinde yaşanan şüphe ve tereddütlerin aşılmasında önemli bir rol oynadı. Şöyle demek belki daha doğru olur; Hocaefendi'nin şu ana kadar tercüme edilen kitapları ve Hira dergisinin yayını ile başlayan bu süreç, söz konusu tebliğlerle ayrı bir hız ve derinlik kazandı. Umarım bu hız kesilmez ve oldukça önemli olan bu eşik kısa zamanda aşılır. Din, tarih, kültür beraberliğimiz olan bu coğrafyanın Gülen Hareketi tecrübesinden istifade edeceğine inancım tam.