Yeryüzüne Mirasçı Olmak
Sâlih kul olma, yeryüzü mirasçılarının temel vasıflarından biridir. 'Sâlih' kelimesi; 'faydalı ve uygun olan, düzelen ve düzelten, faydalı işler gören, sulh yapan, anlaşan, vazifelerini tam ve doğru olarak yerine getiren, yeterli ve düzenli' gibi mânâlara gelmektedir. Bu mânâların her biri, aynı zamanda sâlih kulların vasıflarını ifade eder. İyi amel sahibi olmaları, makbul ve güzel işler yapmaları sâlihlerin ayırt edici vasıflarıdır. Sâlih kulların duygu, düşünce, his, şuur ve iradeleri sağlamdır. Onlar İ'lâ-yı Kelimetullah düşüncesine adanmışlardır. İlmî hayatları sistemli, iş ve davranışları güvenilirdir. Nefsanî arzuları karşısında mukavemetlidirler. Onlar, kalb-kafa izdivacını gerçekleştirmiş talihli kimselerdir.[1]
Yeryüzü mirasçıları, Kur'ân, Tevrat ve Zebur'da anlatılmaktadır. Kur'ân'da: "Şu kesindir ki, biz Zikir'den (Tevrat'tan) sonra Zebur'da da, 'Dünyaya sâlih kullarım varis olacaklardır. Dünya onlara kalacak.' diye yazmışızdır."[2] Bu âyet hâlen mevcut Zebur ve İncil'de de yer almaktadır: "Doğrular ülkeyi miras alacak, orada sonsuza dek yaşayacak."[3]; "Ne mübarektir halimler (yumuşak huylu olanlar), zîrâ onlar yeryüzünü miras alacaklardır."[4]
Kur'ân'da yeryüzü mirasçılarını açık bir şekilde anlatan başka âyetler de bulunmaktadır: "Muhakkak ki dünya Allah'ın mülküdür; kullarından dilediğini oraya vâris kılar. Güzel akıbet, elbette müttakilerindir."[5]; "Allah içinizden iman edip makbul ve güzel işler işleyenlere kesin olarak buyurdu ki, daha önce müminleri dünyada hâkim kıldığı gibi kendilerini de hâkim kılacak, kendileri için beğenip seçtiği İslâm dinini tatbik etme gücü verecek ve yaşadıkları korkulu dönemin arkasından, kendilerini tam bir güvene erdirecektir. Çünkü onlar, yalnız Bana ibadet edip hiçbir şeyi Bana şerik yapmazlar."[6]
Yukarıdaki âyetlerde yeryüzü mirasçılarının vasıfları açıkça ifade edilmektedir. Onların iman eden, sâlih amel işleyen, hakkı ve sabrı tavsiye eden kimseler olarak kurtuluşa erdikleri Asr Sûresi'nde de anlatılmaktadır: "Yemin ederim zamana: İnsanlar hüsranda. Ancak şunlar müstesna: İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler." Asr Sûresi, yeryüzü mirasçılarının vasıflarını saymanın yanında, sanki onların yollarını da çizmektedir. O yolda iman, sâlih amel, hakkı ve sabrı tavsiye menzilleri mevcut olup, yeryüzü mirasçıları buralardan geçerler.
Sâlih kulların bir başka vasfı da, kâmil mânâda iman sahibi olmalarıdır. Onlar, inançsızlık akımlarının yeryüzünü kasıp kavurduğu bir dönemde ortaya çıkar ve asıl meselenin iman davası olduğunu haykırırlar. Bu uğurda maddî ve mânevî füyuzat hislerinden fedakârlıktan çekinmezler; "Milletimin imanını selâmette görürsem cehennemin alevleri arasında yanmaya razıyım, zîrâ vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olacaktır." sözüyle gösterilen ufuklarda dolaşmayı hedeflerler. Bilim ve felsefenin inançsızlık temeli üzerine kurulduğu bir dünyada, kâinat kitabının da ilâhî kitaplar gibi Allah Tealâ'yı anlattığını, bunların birbirlerini tamamladığını ve aralarında aykırılık olamayacağını söz ve fiilleriyle ispat ederler. Tabiat kitabını da Kur'ân-ı Azimüşşan ile birlikte mütalâa ederler.
Bütüncül ilim anlayışı, yeryüzü mirasçılarının iman hizmetinin önemli bir boyutunu teşkil eder. Onlar, lâboratuvarla mâbedin aslında bir bütünün iki parçası olduğu ve birbirini tamamladığı gerçeğiyle yaşarlar. Batı'da Rönesans ve Reform'larla başlayan bilim ve din ayrılığının getirdiği büyük kaostan dünyayı ve insanlığı kurtarma azmi ve kararlılığıyla ilme sarılırlar.
Sâlih kulların temel vasıflarından biri de, yalnız Allah'a kulluk etmeleri ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamalarıdır.[7] İnanan insanlar için, gizli şirk oldukça tehlikelidir. İnançlı bir insan Allah'a açıkça bir varlığı ortak koşmaz; ancak söz ve fiillerinde hakiki tasarrufun Allah Tealâ'da olduğundan gaflet ederek, mahlûkata tesir-i hakiki verebilir. Meselâ, rızkı veren Allah (cc) olduğu hâlde, tablacı hükmünde ve rızka vesile olanları öne çıkararak gizli şirke düşebilir. Kâinatta meydana gelen muhteşem hâdiseleri, gafletle akılsız ve şuursuz sebeplere atfedebilir. Zamanımızın en büyük mânevî hastalığına kapılarak; "Ben yaptım, ben başardım, kendi bilgim ve zekâmla kazandım!" gibi sözlerle benliğini Allah'a şerik yapabilir. Bu tür gizli şirk sayılan hâllerin çoğu temelde materyalist bilim anlayışının hayatımıza hâkim olmasıyla ortaya çıkmıştır. Yeryüzü mirasçıları her fırsatta eşya ve hâdiselerin Cenab-ı Hakk'ın kudretiyle yaratıldığını ifade eder, ilim ve teknolojinin putlaştırılması hatasına düşmezler.
Sâlih kullar, yeryüzünde sulh ve sükûnun temsilcisidirler. Bozguncular, insanlar arasındaki farklılıkları kavga sebebi yaparak dünyayı kana bulama ve böylece kendi hâkimiyetlerini devam ettirme peşinde koşarlarken; sâlih kullar sadece Müslümanlar arasında değil, bütün dünyada barış ve kardeşlik türküleriyle dört bir yanda bayrak açarlar. Bediüzzaman Hazretleri'nin ifadesiyle kâinatı ve dünyayı bir kardeşlik beşiği kabul ederler; zîrâ varlık, uluhiyetten uzaklık noktasında eşit olduğu gibi, kul olma noktasında da birbirine eşittir.
Yeryüzü mirasçıları, kendi aralarında birlik ve beraberliği baltalayan suizan, gıybet ve kıskançlıktan, kıskançlığa sebep olacak söz ve davranışlardan uzak dururlar. İncinseler de incitmezler, kırılsalar da kırmazlar, vurulsalar da vurmazlar. Hizipçilik yapmazlar, herkesi sevgi ve hoşgörü ile kucaklamaktan bir an geri durmazlar. "Bütün müminler kardeştir. Kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun. Umulur ki kurtuluşa erersiniz."8 ilâhî hitabı ile sâlih kul olmanın gereğini yaparlar; müminler arasındaki maddî-mânevî meseleleri ıslah etmenin yollarını ararlar.
Yeryüzü mirasçıları bu vasıflarını kaybettikleri takdirde, miras, hak sahibi olmayan kimselere kalır. Bu kimseler, meşru mirasçı olmak bir tarafa, doğrudan doğruya bu mirası gerçek hak sahiplerinden gasp ve talan etme peşindedirler. Nitekim son birkaç asırda yeryüzü bu kimseler tarafından maddî-mânevî değerleriyle sömürülmüş, toplu katliamlara sahne olmuş, sömürülen coğrafyalardaki insanlar bir dilim ekmeğe muhtaç hâle getirilmiştir. Hz. Peygamber (sas) ve Sahabe-i Kiram (ra), Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde dünya, sâlih kulların elinde îmar edilmişken, son birkaç asırdır yeryüzü mirası hak sahibi olmayan kimselerin eline geçmiştir.
Allah'ın vâdi hak olduğuna göre, yukarıdaki âyetlerde buyrulan hususları hem bir emir, hem de müjde olarak görmek ve hareket tarzını iki kanatlı takva anlayışına uygun bir şekilde belirlemek, yeryüzünün bugünkü aday mirasçılarının mesuliyeti olsa gerektir.
[1] M. Fethullah Gülen, "Yeryüzü Mirasçıları", Yeni Ümit, Ocak 1993, c. 3, S. 19.
[2] Enbiya 105.
[3] Kitab-ı Mukaddes, Mezmurlar, 37, 29.
[4] Matta, 5,5.
[5] A'raf 128.
[6] Nur 55.
[7] Nur 55.
[8] Hucurât 10.
- tarihinde hazırlandı.