Yiğit Koçlar Gibi

1988'de Fethullah Gülen Hocaefendi, Memduh Ongan'a, "İman ve Kur'an hizmetlerine bir zarar gelmesin, gelecekler kendisine gelsin, diye, baban Abdülkadir Hoca, paratoner olmak için Allah'a dua edip kurban olmak istedi. Trafik kazasında yanarak vefat etti." diyerek babasının taşıdığı yüce ruhu ve derin fedâkârlık anlayışını anlattı.

Memduh da kendisinin aynı şekilde kurbanlık olmasını bir dua gibi ifade etti. Hocaefendi "Öyle söyleme" diye çıkıştı... Ama çok geçmeden Kurban Bayramı'nda, kurban işleriyle yorgun argın uğraşırken, bir trafik kazasında vefat etti. O da yiğit koçlar gibi duasının istikametinde Hakk'a yürüyüp gitti...

Krizlerin ülkemizi çok çetin biçimde sardığı günlerde on tane melek trafik kazasında Hakk'a yürüdü, birçoğu da yaralandı... Telefonda vefat edenlerden birisinin babası derin bir tevekkülle olanları anlatırken "Şimdi hastanedeyim, merhumenin yaralı arkadaşlarını ziyaret ediyorum. Kolları kopan, gözü görmez olanlar var. Ama çok metinler... Hatta, "El uzatılmak gerekenlere gerektiği gibi ellerimizi uzatamadığımız için herhalde bizden alındılar." diyorlar. Bizim de orada işimiz vardı. Ama gidip gitmemekte tereddüt vardı. Öbür işimiz olsa da olmasa da gitmemiz gerektiğini düşündük.

İlk iş olarak hastaneye gittik. Bir tanesi kalmıştı. Yarısından kolu kopmuştu, gözü sarılı idi. İtalya'da yaşayan psikolog bir arkadaşla yanına girdik. Sanki müjde almış gibi gözleri gülümsüyordu. Hal hatır sorduktan sonra ben dışarı çıktım. Babası ile konuşmaya başladım. Bana sayfalar dolu adresleri gösterdi ve "Ben meseleyi yeni anlamaya başladım. Kimler gelmedi ki... Allah razı olsun ziyaret edenlerden." dedi. Kolu tamamen kopmuş olan evlerine çıkmıştı. Onun adresini öğrenmeye çalışıyorduk. Psikolog arkadaşımız ağlayarak hasta odasından çıktı. "Bu ne duygudur Allah'ım!" diyordu. "Hayrola, bir şey mi oldu?" diye sordum. "İtalya'da genç bir kızın yüzünde sivilce çıksa, dünyası yıkılır, doktorlara, psikologlara koşar... Şu yavrunun söylediklerine bak. Bu ne şuurdur ya Rabbi!.." diyordu. Kendisine İslamiyet'in bahşettiği mazhariyeti söyleyince "Biz böyle bir şeye lâyık mıyız?" demiş... Oradan adresi bulup öbür yaralının ziyaretine gittik. Ev kalabalıktı... Babası, Arapça aslına uygun şekilde bir kudsî hadis okuyarak, "Cenab-ı Hak, kaderine inanmayan, verdiği musibet ve belâya sabretmeyenlerin kendilerine başka bir rab aramaları gerektiğini, beyan buyuruyor. Biz Rabb'imizden râzıyız!" dedi. Erzurumlu olduklarını anlayınca, 1972'de yanarak vefat eden Manisa Karaköy Kur'an Kursu hocası Abdülkadir Ungan'dan bahsetmek istedim. Bir kenarda oturan ve merhum Osman Demirci Hoca'mıza benzeyen birisi de "Bizim Abdülkadir Hocalar da yanan minibüsün içinde tekbir getire getire canlarını verdiler!" dedi. Ben, "Tam da ben de onlardan bahsediyordum." dedim. 'Benim kulağım pek duymadığı için ne dediğinizi anlamamışım." dedi. Kolu tamamen kopanın dedesi imiş. Sonra yaralının odasına gidip ziyaret ettik. Aynı metaneti ve güleç yüzlülüğü orada da gördük. Elimde Hastalar Risalesi'nden mülhem yazılmış "Şifa Çiçekleri" kitapçığı vardı, imzalayıp hediye ettim... Bizim tesellimize ihtiyacı yoktu. Aslında bizim nasihata ihtiyacımız vardı. Bu hususta bütün aile bir numûne-i imtisaldi. Bize, kadere imandaki güzelliği, itikadın derinliğindeki sırrı gösterdiler.

Mânevî olarak da ülkemiz üzerindeki simsiyah âfet ve musibet bulutlarının silinip giderek İlâhî rahmetin tebessüm edişinin emarelerine şâhit olduk. Cenab-ı Hakk'ın derin hikmet ve sırlarının zevkini idrak ettik.