Yağmur Dergisi
Yağmur, bazılarının ısrarla ve bilerek görmezlikten geldiği, gerçekte ise çağımızı seslendirmeye gayret gösteren ve yaşananları konu edinen edebî bir dergidir. İki ayda bir yayınlanan Yağmur'un son sayısında, Başyazı'da "Bizim Köyümüz" anlatılmaktadır.
Maneviyatımızın örgülemesiyle asırlar içinde güzelleşip gelişen köy gerçeğimiz için, bu Başyazı'da: "En tatlı hülyaların petekleştiği bu mübarek evlerin en mutena bir köşesinde, şanlı geçmişimizi, bütün mâna ve muhtevasıyla temsil eden anneler-babalar, dedeler-nineler bu umumi sessizliğe denk sükûtlarıyla hep birer vakar ve mehabet abidesi gibi görünür ve bizlere o kadar tesir ederlerdi ki; başkalarını bilmem, ben onları, gökler ötesi âlemlerde edep ve erkân öğrendikten sonra gelip aramıza katılmış ruhaniler gibi hatta onlardan da öte görürdüm. Onlar, daima içimizde uhrevi âlemleri hatırlatan birer mâna ve melekûtun rikkatli birer gölgeleri gibiydiler. Onların oturuş ve kalkışlarına, düşünce ve davranışlarına, aşk, şevk ve ibadet anlayışlarına; hele Hak karşısında el-pençe divan durup tir tir titreyişlerine bakıp da ürpermemek mümkün değildi. (...) Günde birkaç defa, çok ciddi bir merasime hazırlanıyor gibi onların o yürekten abdest alışları... Sonra da mahşere hesaba koşuyor gibi namaza gidişleri... O esnada sık sık duyulan ah ve eninleri ve sızlanışları, bizlerde öyle bir haz ve lezzet, öyle derin bir halavet ve rikkat hâsıl ederdi ki; aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen onların ruhlarının, ruhlarımıza fısıldadığı o mahrem beyan ve o sözsüz talâkatın tesiri hâlâ kendini hissettirmektedir."
"Sen Buralı Değilsin" başlıklı hikâyesinde Şemsettin Yapar Bey şöyle diyor: "Dükkâna vardığımda kolilerin naylon ambalajlarını çekip yırtıyor, bezelye konservelerini raflara diziyordu. Önüne brandadan bir önlük bağlamıştı, önü iki cepli, pazarcı işi. Boğazındaki yumru yutkundukça bir yukarı bir aşağı gidip geliyordu. Derisi iskeletinin hemen üzerine giydirilmişçesineydi, zayıftı. Geçende kilosunu duyduğumda şaşakalmıştım. Tamı tamına kırk beş kiloydu. (...) Hoş beş derken içimdeki kurt kıpırdandı. Merak bu ya, bulaşık bir gülümsemenin ardından pıtlayıp çıkan kelimelerle yayvan yayvan sordum: "Abi kilon kırk beş, nasıl oluyor bu iş, rejim mi yapıyon yoksa? He heh!" Elindeki konserve kutusunu diğerlerinin üzerine bırakırken, yıllarca yaban gözlerden saklamaya özen gösterdiği atadan kalma bir kutunun kapağı yere yuvarlanıvermiş de konuşmaya mecbur kalmışçasına gözleri kısık, bulutsu, sesi mahzun, mükedder mırıldandı: "Mübarek, Urfa'da Allah'a yürüdüğünde otuz beş kiloydu evlat, bizimki aylak oyalanması." Vurulmuştum. Gözlerim gözlerinde kalakaldı. O gözlerde Çamdağı'nı, Isparta'yı, Eskişehir'i, Emirdağı'nı gördüm. Dondurucu soğukta penceresiz odalar, boncuk olup dökülen zehir bezeleri, o ızdıraplı sima, o siyah otomobilin penceresinden kaş altından yorgun bakış... daha neler, neler."
Yüsra Mesude Hanımefendi'nin, Burç FM'de bir sene önce merhum Prof. Dr. İbrahim Canan Hocamız'la yapmış olduğu röportaj, "Prof. Dr. İbrahim Canan: Müslümanın Emekliliği Ölümledir" başlığı altında verilmiş. Bazı cümlelerini aktarmak istiyorum: "Dilimize yerleşmiş olan, menşeini bilmesek de kullandığımız bir söz vardır: 'Vakit nakittir.' Orijinali 'Time is money' (...) Biz de ahirette saniye saniye hesaba çekileceğimizi bilirsek o zaman, zamanın nakit ile değerlendirilemeyecek kadar büyük bir şey olduğunu anlarız. (...) İslam'da çocukluk kavramı doğumla büluğ arasını kapsar. Kızsa 9 yaşından, erkekse 12 yaşından itibaren büluğa erebilir. Zamanımızda çocukluk yaşı kanunen 18'e uzatıldı. Bu, çocuklar için zararlı bir durum aslında; çünkü 18 yaşında çocukların zihni, tabir caizse cin gibi işleyebiliyor. Nitekim, anarşistler çocukları kullanıyor, polis onları yakalasa da 18'den küçükse salıyor."
Dergide birbirinden güzel konular ve yazılar var. Bazılarının başlıkları: Bizim Şiirimiz. Hocaefendi'nin Edebiyata Dair Fikirlerini Anlama Yolculuğu-3, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, Divan Şiirinde Efendimiz'le İlgili Birkaç Husus...
- tarihinde hazırlandı.