Hatalarımızın yüzümüze söylenmesine hazır mıyız?

Hatalarımızın yüzümüze söylenmesine hazır mıyız?

Hz. Ömer, “Bana hatalarımı ve ayıplarımı gösteren kişiye, Allah merhamet etsin.” der. Sahabenin bu davranışları, müminler için eşsiz bir örnek teşkil ediyor. Günümüz inananları da bu hadiselere bakarak kendi hatalarıyla yüzleşip özeleştiride bulunabilir.

Yüce Allah’ın (cc) en seçkin kulları olan peygamberler haricinde, her insan potansiyel olarak fıtratı gereği hata yapmaya müsait bir şekilde yaratılmış. Peygamberler ismet, yani günah işlememe sıfatına sahip oldukları için hayatlarının her anını İlahi bir koruma ve ikaz ile geçirmiş. Bundan dolayı İslam literatüründe peygamberlerin sürçmelerine, hata değil, ‘zelle’ deniyor. Hak dostları, onların zellelerinin dahi binbir hikmete binaen olduğunu vurguluyor.

Ancak veli kullar, nebiler gibi masum olmasa da her biri kendi ufukları ve istidatları itibarıyla masum görülür. Yani İmam Rabbani, Abdulkadir Geylani, Şah-ı Nakşibend, Bediüzzaman Said Nursi gibi Hak dostları, hayatlarını fevkalade hassas bir şekilde Kur’anî ve nebevî ahlakla örgüledikleri için, günaha girmeme konusunda çok titiz davranmışlar.

Bilerek veya bilmeyerek hata yapan insan, yüce Yaratıcı’nın hatadan, kusurdan, eksik ve noksanlıktan uzak olduğunun şuuruna varır. Aynı zamanda kendi aczini ve fakrını da fark eder. Nebevî beyan insanların bu yönünü açık bir şekilde ortaya koyar. Tirmizi’de geçen bir hadiste Efendiler Efendisi meseleyle ilgili şöyle buyurur: “Bütün insanlar hata işler. Hata işleyenler içinde en hayırlıları da tevbe edenlerdir.” Buradaki ‘En hayırlısı’ beyanı, şöyle veya böyle hata yapıp da, büyük bir pişmanlık duyup, bir daha o günaha dönmemek üzere Hak kapısına yönelen kula, bir nevi İlahi bir iltifat ve taltif niteliği şeklinde de anlaşılabilir. Zira Hazreti Peygamber (sas), hata eden ümmetine bir nevi müjde sadedinde önemli beyanlarda bulunarak, “Günahtan tam dönen, o günahı hiç işlememiş gibidir, Allah bir kulu sevdiği zaman artık ona günahı zarar vermez.” der. Sonrasında da Bakara Sûresi’nde geçen şu âyeti okur: “Şüphesiz Allah, çokça tevbe edenleri ve tevbe edip tertemiz olanları sever.”

‘Gerçek dostunuz size ikazda bulunandır’

Yukarıda da hatırlatıldığı üzere Kur’anî ve beyanlar inananları hatalarından dönüp, sıkça tevbe etmeye davet eder. Bundan dolayı peygamberlerden sonra en büyük makama sahip olan başta sahabi efendilerimiz olmak üzere, neredeyse tüm Allah dostları kendi arkadaş çevresine, kendilerinin herhangi bir (bizi aşan ve kendi ufukları itibarıyla) hatasını gördüklerinde, yine kendilerini uyarmaları hatırlatmasında bulunmuşlardır.

Örneğin, Sühreverdi’nin Avarif adlı eserinde Hz. Ömer’den aktardığı, “Bana hatalarımı ve ayıplarımı gösteren kişiye, Allah merhamet etsin.” sözü oldukça meşhurdur. Onların bu örnek davranışları, daha sonra gelecek müminler için eşsiz bir örnek teşkil ediyor. Yani, onlar bu davranışlarıyla, “Sizin gerçek dostunuz, sizin sonsuz hayatınızın kurtulması adına, hatalarınızı yüzünüze söyleyen, size ikazda bulunanlardır. Bundan dolayı enaniyetinizi bir tarafa bırakıp, dostlarınızın uyarılarına kulak kabartın.” mesajını veriyorlar.

Sahabenin bu benzersiz vasıfları, Üstad Hazretleri’nin ‘enaniyet asrı’ dediği içinde yaşadığımız zaman dilimi için de oldukça önem arz ediyor. Yani Kur’anî ve  ahlâkın boyasıyla boyanmış olan sahabe efendilerimizin, kendilerini tarifi imkânsız bir şekilde nasıl sıfırladıklarının açık bir göstergesi. Acaba bu ahlâk, günümüz itibarıyla özellikle de inananlara bakın yönüyle ne kadar hayata mal ediliyor? Kaç akademisyen veya yazar, yazdığı bir akademik makaleden sonra, o makalede tespit edilen hatalardan dolayı kendisini uyaranlara teşekkür ediyor? Kaç siyasetçi, yanlış söylemlerinden dolayı kendisini ikaz edenlere şükran ifadelerinde bulunuyor? Gerçekten de insanlığın, egoizm çağının hüküm sürdüğü bu zaman diliminde, İslami bir prensip olan, hataları söylendiğinde yüzlerinin kızarmayacak, aksine bundan dolayı karşı tarafa teşekkürler yağdıracak ruh kahramanlarına çok ihtiyacı var.

‘İyi ki kusurlarımı söyledi’

Günümüzde de bu önemli sahabe mesleğini hakkıyla temsil eden, onları örnek alan Hak dostları mevcut. Onların bu sahabevari özellikleri, eserlerinde ve yaşamlarında kendisini açık bir şekilde gösterir. Üstad’ın bu meselede Mektubat isimli eserinde, kendisini yakından tanıyanların çok iyi bildiği, “Benim boynumda veya koynumda bir akrep bulunduğunu biri söylese veya gösterse; ondan darılmak değil, belki memnun olmak lâzım gelir. Eğer o adamın tahkiratı, benim imana ve Kur’an’a hizmetkârlığım sıfatıma ait ise o bana ait değil.” sözleri oldukça meşhurdur.

Fethullah Gülen Hocaefendi de hataların yüzüne söylenmesi konusunda Üstad Hazretleri’nden farklı düşünmez. Hatta o, sözlü-yazılı birçok eserlerinde, Said Nursi Hazretleri’nin yukarıda aktardığımız sözlerini hatırlatır. Hakiki bir müminin hakkında methiyeler dizildiği zaman sevinmediği gibi yerildiği zaman da üzülmemesi gerektiğini vurgular. “Aslında, insanın kendi kendisini sorgulayıp küçük göstermesi bir açıdan kolaydır; fakat kusurlarının başkası tarafından sayılıp dökülmesi şeklindeki bir zemm fırtınası karşısında ‘Koynumdaki akrebi haber verene rahmet! diyebilmesi çok zordur.” der ve şöyle devam eder: “Belki insan o fırtına geçtikten belli bir süre sonra kendi kendine ‘İyi ki kusurlarımı söyledi; beni bitirmek üzere olan hatalarımı haber verdi’ diyerek memnuniyetini ifade edebilir; fakat yerildiği o ilk anda hazm-ı nefiste bulunarak, ‘Allah senden razı olsun; hatamı söylemekle bana yardımcı oldun’ diyebilmesi babayiğitçe bir tavırdır.”

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/cuma_hatalarimizin-yuzumuze-soylenmesine-hazir-miyiz_2269493.html