Hakkı savunmaktan vazgeçmedi; yalnız yaşadı, yalnız öldü

Hakkı savunmaktan vazgeçmedi; yalnız yaşadı, yalnız öldüYalnızlığına gıpta ettiğimiz sahabi; Ebu Zerr Gıfari. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Müslümanlar arasında dünya nimetlerinin putlaşmasına karşı ‘ilk çığlık’ dediği zühd abidesinin mesajları, bugün de anlaşılmayı bekliyor.

“Allah, Ebu Zerr’e rahmet etsin. Yalnız yürür, yalnız ölür, yalnız haşrolur.” Peygamber Efendimiz (sas), onun için bu ifadeleri kullanmıştı. Ebu Zerr Gıfari ‘Halilim’ dediği Sevgili Peygamber’inin söylediği gibi yalnız bir hayatın sonunda çöldeki evinde vefat ettiğinde yanında sadece hanımı ve kızı vardı. Yola çıkarak eşini defnedecek birilerini arayan hanımının yardımına ise o sırada oradan geçen kafileden Abdullah bin Mesud yetişti. Dünya malına önem vermeyen, doğruları yaşatma konusunda hiç kimseye minneti olmayan zühd abidesi, çölün ortasında defnedildiği yerde yine tek başınaydı. Ancak Efendimiz’in (sas) ‘Yalnız yaşayacak’ diyerek imtihanını anlattığı sahabiye müjde yine O’ndan (sas) gelmişti. Peygamberimiz, “Allah bana dört kişiyi sevmemi emretti ve kendisinin de onları sevdiğini bildirdi: Ali, Ebu Zerr, Mikdad ve Selman.” sözleriyle onun Rabb’i katında yerini gösteriyordu.

Zahirde böylesine garip yaşayıp dünyadan garip göçen Ebu Zerr Gıfari’nin (r.a.) garipliği bugün bile devam edermişçesine hayatı pek anlatılmaz. Oysa hatıralarından günümüze ulaşanların her biri modern dünyanın yaralarına merhem olacak, ders verecek nitelikte. Zira insanoğlunun en büyük imtihanlarından dünya malına düşkünlük günümüzün de en çetrefilli sorunlarından. Ebu Zerr ise rızkını temin için çalıştığını unutup hırsla savaşan, rahatı uğruna kulluk vazifesini ihmal eden, helalden vazgeçen Müslümanlara asırlar öncesinden sesleniyor. Müslüman’ın kazanç konusunda kılı kırk yarması gerektiğini hatırlatıyor. Zerre miktarda malın hesabının ahirette sorulacağını bağırıyor yüzümüze. Ve muhatabımız kim olursa olsun doğruyu söylemekten asla çekinmemeyi öğretiyor. O, itilip kakılma ve hor görülme pahasına fikirlerini savunmuştu. ‘Allah adamı’ sıfatıyla da anılan Ebu Zerr’in hayatının önemli bir kısmı sürgünlerde geçmişti.

Peygamber Efendimiz’i görmeden putları reddeden ve Allah’ın varlığına inanan Ebu Zerr, rivayetlere göre bu dönemde ibadete de başlar. İşte böyle bir hakikat arayışı içindeyken Mekke’de bir kişinin İslam’a davet ettiği haberini alır. İyice araştırdıktan sonra Mekke’ye, Resulullah’ın (sas) huzuruna vararak Müslüman olur. Tebliğ sürecinin henüz çok başında olduğu için Peygamberimiz ona, “Ya Eba Zerr! Bu işi gizli tut ve memleketine dön. Ne zaman sana emrim ve açıkça ortaya çıktığım haberi ulaşırsa, durma gel. Bu arada kavmine İslam’ı anlat.” der. Ancak öğrendiği doğruları anlatma heyecanıyla yanıp tutuşan Ebu Zerr, kabilesinin olduğu Rebeze’ye dönmek yerine Mescid-i Haram’a gelir ve şehadet getirir. Bunu duyan müşrikler Ebu Zerr’i Hz. Abbas yetişip de ellerinden alıncaya kadar döverler. Ertesi gün yine aynı yere gider ve bildiklerini haykırır. Ve yine müşrikler onu kendinden geçinceye kadar döver. Bu durum dört gün devam eder. Korkusuz sahabi sonunda Rebeze’ye döner ve kavmine İslam’ı anlatır. Bir sohbetinde her fıtrattaki insanın Allah Resulü’ne geldiğini söyleyen Fethullah Gülen Hocaefendi, “Ve günün birinde karşısında Ebu Zerr gibi kılı kırk yaran birini de bulur. Çok hassas, çok titiz. Haksızlığın binde birinin yaşanmasına tahammülü olmayan insan.” sözleriyle anlatıyor vera’ abidesi sahabiyi.

‘Hak söndürüldü, batıl dirildi’

İslam tarihi kitaplarında Peygamberimiz’in (sas) vefatından sonra Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer döneminde de Asr-ı Saadet ahlâkının tam olarak yaşandığı nakledilir. Hz. Osman’ın hilafetinin son dönemlerinde ise Müslümanlar arasında mal ve lükse düşkünlüğün arttığından bahsedilir. Bu hale karşı çıkıp vilayetlerdeki idarecileri bile yüksek sesle uyaranların başında ise Ebu Zerr gelir. Yeni Ümit dergisinde Ebu Zerr’in hayatını konu edinen yazısında bu döneme değinen Taha F. Ünsal, bu dönemde bilhassa valiler vasıtasıyla yönetimde bir bürokrasi çarkı oluştuğunu anlatıyor. İslam’ın ilk dönemlerindeki tamamen tabana yayılan ve işbölümü sistemi görüntüsü veren yönetim tarzı merkezî ve yerleşik şekil alıyor. Valilerin eli altında biriken servetin bu yeni yönetim çarkına güç verdiğini anlatan Ünsal, “İslam, içtimai ve siyasi planda yeni bir safhaya giriyordu.” diyor. Kaçınılmaz görünen bu süreçte hilafetten saltanata geçiş zorlukları da beraberinde getiriyordu. Peygamber Efendimiz’den sonra Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer döneminde de devam ettirilebilen safvet, samimiyet ve sadeliğin İslam devletlerinin büyümesiyle dağılmaya başladığını gören sahabiler arasında en büyük tepki ise Hz. Ebu Zerr’den geliyordu.

Bu tepkilerden bizar olan Hz. Osman’ın uzaklaşmasını tavsiye etmesi üzerine Ebu Zerr, Şam’a yerleşir. Muaviye yönetimindeki Şam’da ise sık sık, “Allah’a yemin olsun, bilmediğim işler yapılıyor. Allah’a yemin olsun bunlar ne Allah’ın kitabında var, ne de Nebi’sinin sünnetinde. Allah’a yemin olsun, hakkın söndürüldüğünü, batılın diriltildiğini, doğrunun yalanlandığını ve salih kulların bir yana bırakıldığını görüyorum.” sözleriyle itirazlarını dile getirirdi. Taha Ünsal, Ebu Zerr’in sabah namazından sonra Şam’ın kapısında durup, “Ateş yüklenen katarlar geldi. Allah, ma’rufu emredip de yapmayanlara, münkerden nehyedip de işleyenlere lanet etsin!” dediğini aktarıyor. Aynı sözleri her gün Muaviye’nin kapısında yüksek sesle de tekrarlayan Ebu Zerr, bu konuda sık sık tartışmalara girerdi. Muaviye’nin aynı yönetim şekline devam etmekle birlikte Hz. Ebu Zerr’e karşı sabır gösterdiğini aktaran Ünsal, “Fakat bir zaman sonra, insanları Ebu Zerr’in yanına varmama konusunda uyardı.” bilgisini paylaşıyor.

Ünsal, şu tespitlerini paylaşıyor: “Hz. Osman dönemi, İslam’ın ilk dönem tarihinin en sancılı zamanlarıdır. Çünkü bir geçiş süreci. Nübüvvet’e dayalı hilafetten hilafetin saltanatına atlama dönemi.” Böyle bir ortamda işler tamamen devrin yöneticilerinin, Ümeyyeoğulları gençlerinin inisiyatifinde yürüseydi, Ebu Zerr emsali insanlar yaşamamış olsaydı, Üstad Bediüzzaman’ın tabiriyle, her şey bütün bütün çığırından çıkabilirdi. Ve İslam’ın daha o gün tarihe gömülmesi muhtemeldi. Ünsal da sebepler planında İslam’ın saf haliyle bugünlere gelmesini o dönemdeki sancılı ihtilaflara bağlarken, “Ebu Zerr gibi zatlar sayesindedir ki, yenilerin kabiliyet dehası, ilklerin safvet, samimiyet ve hüdasının karşısında delalete sebep olmaktan korunmuştu.” diyor.

Her biri karakteri gereğince İslam’ın farklı bir yönünü temsil eden sahabe arasında Ebu Zerr Gıfari’nin payına düşen de her yerde hakkı savunmayı, azla kanaati ve tevazuyu bayraklaştırmaktı. Gereğinden çok mülk edinmeye karşı duruşuyla bilinen sahabi, ihtiyaçtan fazlasını Allah yolunda harcamayanları Resulullah’ın, “Bugün malları çok olanlar, kıyamet gününde az mala sahip olacaktır. Ancak, infak edenler müstesna. Onlar ise ne kadar azdır.” sözleriyle uyarırdı. Hz. Muhammed’in (sas) zühd, doğru sözlülük ve vera’ yanını temsil edenlerin başında gelen Ebu Zerr’in naklettiği hadis-i şerifler de çoğunlukla bu yöndeydi. Zira Peygamberimiz’in vefatından sonra da arkadaşlarına O’nun, “Bana kıyamet günü en yakınınız, benim dünyayı terk ettiğim şekilde bana kavuşanınızdır.” ifadesini hatırlatarak kanaatkâr olmayı tavsiye ederdi.

Meleklere yakışır edayla, tek başına

Hz. Osman devrinde Müslümanlar arasında dünya malına karşı meylin arttığını anlatan Hocaefendi bir sohbetinde Ebu Zerr’den şöyle bahsediyor: “Hulefa-i Raşidin Hz. Osman devrinde bu tür suiistimaller baş gösterdiği için Ebu Zerr onun karşısına da kalbi kırık çıkıyordu. Sopasını yere vuruyor ve ‘Bunlara sen meydan veriyorsun.’ diyor adeta. Ebu Zerr’i cemiyetin cemaatin bünyesi taşıyamayacağını Hz. Osman anlayınca, ‘Ebu Zer; gözümün nuru, sen Rebaza’da yaşa, zira devir Resulullah (sas) devri değil. Artık kalkma devri bitti, biz şimdi baş aşağı gidiyoruz. Şimdi refah devri, huzur devri. Ancak hayatımızın yirmi dört saatinden bir ikisini İslam’a veriyorsak bu, büyük mücahitler edasında görünme devri, gurur devri, kibir devri, ihtişam devri.’ Senin gibi vahiy ve nübüvvet kokan, Resulullah’tan esip gelen şeyleri taşıyan bu insanı tevessüh etmiş bu bünye taşıyamayacaktı.

İnsanlığa ve hayata muvazene getireceğin zaman koltuklarında rahat yaşayanlar, günde üç defa yiyenler, evlerinin etrafında mekik dokuyanlar seni anlayamayacaklar... Onun için sen topluluk içinde sessizlikten sarhoş ve yalnız yaşayacaksın. Her şey Allah Resulü’nün dediği tahakkuk ediyor. Bozulan içtimai düzen ve hayatın anlayamadığı o insan ahirette de meleklere yakışır bir edayla tek başına haşrolacaktı bir ümmet gibi. Lükse, refaha karşı ilk çığlığı koparan, ‘Olmaz böyle İslamiyet’ diye bağıran, ‘Siz dünyayı ahirete tercih ettiniz.’ diye haykıran zat ahirette de yalnız haşrolacaktı.’

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/cuma_hakki-savunmaktan-vazgecmedi-yalniz-yasadi-yalniz-oldu_2236346.html