Belagat İkliminde Kur'an-ı Mucizü'l-Beyan

Kur'an-ı Kerim belagat (hitabet sanatı) ve i'caz yönüyle nazil olduğu günden bugüne dek muarızlarına (karşı çıkanlarına) meydan okur. Nice edipler, şairler ona nazire yapmaya kalkar fakat dökülüp yollarda kalır. Söz sarrafları lâl olur da ayetlerin bir benzerini getiremez. Nicesi de ayetlerle, nurlu beyanlarla mısralarını süsler. Çünkü Kur'an'ı anmakla Kur'an değil şiirler güzelleşir. Nitekim Arapçanın altın çağını yaşadığı, kaide ve prensiplerin, dilin tabiatıyla bütünleştiği bir dönemde inen Beyan Abidesi, Arap edebiyatının önde gelen isimlerinden Velid bin Mugîre'yi bile büyüler. O, düşmanca uygulamalarından bir adım dahi geri durmasa da Yüce Beyan'ın bir beşer sözüne ve bilinen hiçbir edebî türe benzemediğini, rekabet edilemeyecek bir üstünlüğe sahip olduğunu itiraf eder.

"Gözümü yumsam cahiliye şiirinden bin tane beyit okuyabilirim." diyecek kadar şiire tutkun, belagata vakıf olan Hz. Ömer de Peygamber Efendimiz'i (sallallahu aleyhi ve sellem) öldürmeye gittiği esnada Taha Sûresi'ni işitir ve İlahî Kelam karşısında anında teslim olur. A'şa Meymun ki şiirleriyle servet kazanır, servet tüketir. Resûlullah'a hitaben, O'nu öven bir şiir okuyacak diye Kureyş müşrikleri endişelenir, yüz deve karşılığında A'şa'yı şiirini okumaktan vazgeçirir. Çünkü o mısralar sayesinde Hz. Muhammed'e teveccüh artacak, gönüller İslâmiyet'e ısınacaktı. Velhasıl, o dönemde Mekke sokaklarında kimi çevirseniz birkaç saat şiir okuyacak kadar edebiyata vakıftı. Yani Kur'an, varlığın çehresine oluk oluk yağmadan önce belagat, Arap Yarımadası'nda had safhadaydı. Şiir bir nevi cahiliyenin medyası konumundaydı. Günümüzde medya toplumun algısı üzerinde nasıl etkiliyse ve gündeme yön veriyorsa o dönemde de şiir şekillendiriyordu. Bir şairin sözü bazen savaş sebebi oluyor bazen de barış bayrağını dalgalandırıyordu. İşte böyle bir ortamda inen Kur'an, belagat noktasında kendine inanmayanlara adeta meydan okuyordu. Hatta Tûr Sûresi'nde ayetlerin beşer sözü olduğunu iddia eden inkârcılardan Kur'an'ın benzerini yazıp getirmeleri istenir. Hûd Sûresi'nde Kur'an'ınkine benzer yalnızca on sûre yazıp getirmeleri, getiremedikleri takdirde Müslüman olmaları talep edilir. Yunus Sûresi'nde ise bu kitabın Allah'tan başkası tarafından yazılmış bir söz olmadığı dile getirilir. Hemen akabinde inkarcılardan sadece ve sadece bir sûrenin benzerini getirmeleri istenir. Gazellere dökülen, bestelerin emrine giren birçok mısranın sahibi taklit şevkiyle, düşmanlar da üstün gelme hırsıyla sayısız eser ortaya koysa da Beyan Abidesi'nin seviyesine yaklaşamaz. Zira birçok dil dehası bu belagat karşısında aciz kalır.

Kur'an'ın dili ve edebiyatı üzerine 'Belagat' isimli altı yüz sayfalık bir eser kaleme alan Yrd. Doç. Dr. Nusrettin Bolelli, Kur'an'ın üslubunda beşerî zaafları görmenin mümkün olmadığına değiniyor. Zira Allah kelamı ile beşer sözü arasındaki fark, yaratılanla Yaratan arasındaki fark gibi. Nitekim Ezelî Kelam da Efendimiz'in en büyük mucizesi. Çünkü O (sallallahu aleyhi ve sellem), "Sen bundan önce ne bir yazı okur ne de elinle onu yazardın. Öyle olsa batıla uyanlar kuşku duyarlardı." (Ankebut, 48) ayetinde belirtildiği gibi okuma yazma bilmiyor. Dolayısıyla Kur'an-ı Mucizü'l-beyan'ın indiği dönemde beyan gücüne kapılıp kutsal kitaba sihir diyen de oluyor, kehanete bağlayan da. En çok beşer sözü olduğu iddia edilse de ümmî olan Muhammed'in en usta şairleri bile aciz bırakan böyle belagatli sözler söylemesini akıllar almıyor. Yani o dönemde en çok rağbet gören beliğ söz söylemek olduğundan Nebiler Serveri'nin en büyük mucizelerinden biri Kur'an sayılıyor. Belagattan kastımız söz ile mana arasındaki uyumun en üst düzeyde olması. Yani Kur'an ifadelerini oluşturan kelimeler öyle seçilmiştir ki bunlar, maksadı eksik veya fazla olmadan anlatır. Lafızla mana güzellikte birbiriyle yarışır. Ayrıca bu sözler herkesin kolay kolay söyleyeceği tarzda değildir. Dolayısıyla insan idrakinin son durağı olan Kur'an, beyandan bir gerdanlıktır.

Yrd. Doç. Bolelli, Arap diline, ondaki edebî sanatlara çok yönlü vâkıf olan kimselerin birikim ve yetenekleri ölçüsünde Kur'an'ı anlayabileceğine temas ediyor. Bediüzzaman Said Nursî ve Fethullah Gülen'in belagat sırlarını eserlerinde inkişaf ettirdiğini de ekliyor. Ona göre İlâhi Kelam'da teşbih, istiare, kinaye, telâüm, tecânüs, mübalağa, hüsn-i beyân gibi sanatlar zirvede. Örneğin kıyametle ilgili sahneler, cennet-cehennem tabloları, ruhî haller tasvir metodu ile Yüce Beyan'da yer alıyor. Tekrarlar ise ayetlerin fasihliğini güçlendiriyor. Mesela Rahman Sûresi'nde geçen tekrarlar muhatabı Allah'a karşı gelmekten sakındırıyor, düşünüp ibret almasını sağlıyor. Nitekim Üstad Bediüzzaman da bu meselenin esaslarını anlattığı Muhakemat'ta istiare ve mecaz dürbünüyle belagatin meziyetlerinin görüleceğini ve kelimelere canlılık kazandırılmasının manaya cisim giydirerek mümkün olacağını dile getiriyor. Bu yönleriyle Kur'an bir cümle ile birçok konuda ders veriyor. Hâsılı kelam, Beyan Abidesi hem belagatiyle hem de gönüllere nüfuz etmesiyle okuyanları/dinleyenleri tesiri altında bırakıyor.