İslâm’ı yaşamak
Soru: Ben İslâmiyet’in yüceliğini yeni anlayan bir talebeyim. Bugüne kadar gaflet içinde dolaştım durdum. Şimdi Allah’ın lütfu ile doğru yolu anladım. Fakat yine de içim rahat değil. İslâmiyet’i tam mânâsıyla yaşayabilmek için bana ne tavsiye edersiniz?
Bu, bütün bir neslimizin ortak derdidir. Allah’a (celle celâluhu) hamd ederiz ki, günümüzde, altında bazen bir feryadın da bulunduğu bu türlü ses ve solukları artık duyabiliyoruz. Bu da kapkara bir şeridin yeniden beyazlanmaya durması demektir. Etrafta dine karşı lakayt ve laubali bir neslin yanında artık şuuru, mârifeti ve iz’anıyla ter ü taze, capcanlı nesiller de var. Evet, artık bugün İslâmiyet’e bütün gönlüyle bağlanmak ve kumandayı Resûlullah’ın elinde görmek isteyen pek çok insan var. Bu konuda onlara yol gösterme adına ne kadar şey anlatılırsa anlatılsın, değer. Ben böyle olan ve olmaya hazırlanan insanlara sadece bir-iki tavsiyede bulunmak istiyorum:
Müslümanlığı yeni duyan bir ferdin, her şeyden önce Cenab-ı Hakk’ın ulûhiyetine ve rubûbiyetine dair bir talim ve terbiyeye ihtiyacı vardır. O dakikaya kadar çok muhtaç olduğu hâlde bir türlü bulamadığı, bilemediği ve inanamadığı Allah’ı (celle celâluhu), yine O’nun tarifi içinde o kişiye anlatma lüzumu vardır. Zira insan olan insanın, her türlü anlayışı bir kenara bırakarak, Allah’ın Kendisine inanılmasını istediği gibi inanma anlayışına ulaşması fevkalâde önemlidir. Bunun için de ulûhiyet hakikatini anlatan kimselerin dinin usûl ve esaslarına ait ne kadar eser yazılmışsa bunları inceden inceye tetkik etmeleri gerekir. Daha sonra, bu mevzuda bize müjde ile gelen ve büyük haberler getiren Muhbir-i Sâdık Hazret-i Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm) çok iyi bilinmesi elzemdir. Zira O, bizim ruh âlemimizin ve kalb dünyamızın gıdasıdır. Bedenimiz yemek ve içmekle hayatiyetini sürdürdüğü ve ayakta durduğu gibi, ruhumuz ve kalbî hayatımız da ancak bu gıdaları aldığı zaman ayakta durur ve hayatiyetini devam ettirir.
İşte inancını en iyi şekilde besleyen insanın, daha sonra da bunları, “elif-be”yi anlatma rahatlığı içinde o muhtaç gönüllere ulaştırması hayatî bir önem taşımaktadır. Bir dinsizin, dinsizliğin formüllerini, dinsizliğe ait mevzuları peynir ekmek yeme rahatlığı içinde herkese anlattığı gibi, asrımızda Müslümanlar olarak kendi meselelerimizi cihana öyle rahatlıkla anlatabilecek hâle gelme mecburiyetindeyiz. Ama ne acıdır ki, biz kendi meselelerimize karşı bütün bütün yabancıyız. Öyle ki âdeta gazetelerde yazılıp çizilen ve günün meselesi olarak piyasaya sürülen aktüel meselelerden başka bir şey bilmiyoruz.
Bazı talebeler arasında Allah’ı (celle celâluhu) inkâr etme meselesi öyle kök salmış ki, bunun farkında olmayan yakın-uzak çevre, dini adına tamamen yaya durumunda. Evet, biz kendi meselelerimize karşı çok yabancı bulunuyoruz. Her dindar vatandaş, kendi meselelerini başkasına anlatıp inandıracak kadar bu mevzuda bilgi sahibi olma mecburiyetindedir. Her Müslüman’ın, karşısına çıkacak her şahsı en azından ilzam etmesi, başkalarının akidesinin sarsıntıya maruz kaldığı anda onlara destek ve payanda olması elzemdir. Evet, Müslümanlığı yeni tadan, tanıyan ve neşvesine eren kimseye denilecek şey, her şeyden önce, inanması gereken meseleleri başkalarına rahatlıkla intikal ettirebilecek seviyeyi kazanma olmalıdır.
Müslümanlığı amelî olarak yaşama, kalbde iman nurunun belirmesi daha ziyade insanın inandıklarını yaşamasına bağlıdır. Zât’ına uygun olarak Allah’ın bilinmesi büyük ölçüde insanın ameli sayesinde gerçekleşir. Kant’ın bu meseleyi böyle anlayıp anlamadığını bilmem ama o, nazarî akılla Allah’ın bilinemeyeceği kanaatindedir. “Allah ancak amelî akılla bilinebilir.” der. Ben –emin olmamakla beraber– onun bu sözünü bu şekilde te’vil ediyorum. Gerçekten Allah’a iman meselesi, insanın kalbinde ancak amel sayesinde tamamiyetle belirir ve imanın ruhuna ancak amel sayesinde erilebilir. Yoksa nazarî malumatla o ulvî hakikate ve ufka ulaşılamaz. Evet insan, kalbiyle ve ameliyle öyle noktaya ulaşır ki, orada en büyük beşerî kitapları dahi arkaya atma mecburiyetini duyar. Bu noktada tam irfana erebilmek, insanların fikir mahsulleri olan kitapların dedikodusunu bırakmaya bağlıdır. Bu da, gönlün duyuşu, letâifin inkişafı, insanın fikren ve hayalen belli bir ufka ulaşıp mest ve sermest olması demektir. Amel, çok mühimdir. Bu ehemmiyetinden dolayı Allah Resûlü (aleyhi ekmeluttehiyyâtu vesselâm), “Allah sizin cisimlerinize ve suretlerinize değil, kalblerinize ve amellerinize bakar.”[1] buyuruyor.
[1] Müslim, birr 34; İbn Mâce, zühd 9; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/284, 539.
- tarihinde hazırlandı.