Mehmet Tahiroğlu'nun Ölçü veya Yoldaki Işıklar İçin Yazdığı Takdim
Hz. Âdem (as), doğru isim koyandı. İsim koymada melekleri de geçendi. Şeytân Hz. Âdem'i kıskandı ve O'na yanlış isimler telkîn etti. Şeytân fısıltılarına kapılıp yanlış adlandıran, yanlış anlar ve yanlış iş yapar. Yanlış iş yapan, cezâ görür, kovulur, kaybeder ve kaybolur.
İnsan kimliğine ve varlığa en doğru isim koyanlar gök habercileri, büyük yol göstericilerdir. Onlar isimleri Rab'larından alırlar çünkü. Rahmân öğretir onlara her şeyi. Onlar da insanlara öğretir, insanları yüceltirler. İnsanlık en mutlu ve en medenî hayâtı bu ulu ruh mi'mârlarının gök geometrisiyle kurulu sitelerinde yaşadı. Cennet yansıması medeniyetleri bu ulu önderlerin izinde gerçekleştirdi. Ama şeytân kıskanç. İnsanlığın ezber edip öğrendiği gök dilini, bu ulu gök elçilerinin ta'lîm ettiği hakîkat lisânını bozup insanlara unutturmak, onların arasına kendi yalan ve yanlışlarını katıp karıştırmak için boş durmadı. Bu ulu Cennet sitelerinde şeytân taşlayan ilim-irfân yıldızları, yol aydınlatan hakîkat kandîlleri bulunduğu sürece siteler çökmedi, insanlık göçmedi. Ne zaman ki insanlar hakîkat dilini bırakıp şeytân dilini öğrenir oldu, varlığı şeytanca isimlendirip yorumlar oldu, işte o zaman kandîller sönüp yıldızlar kaymaya, toplumlar kaymaya başladı. Medîneler barbarların istilâlarına uğradı. Millet harâp, devlet türâb oldu.
Medeniyetimiz, zuhûrundan bu yana çeşitli tökezlemeler geçirdi. Bir kısım karanlık geçitlere girip çıktı. Ama şu son birkaç asırdan beri uğradığı düşüş ve çöküşün bir benzeri yaşanmadı. İslâm âlemi Bâbil Kulesine döndü. Ümmet gerçek dilini unuttu. İnsanlar, "Öz isimlerini," isimlerinin anlamlarını kavrayamaz oldu. Rahmân lugatine yabancılaşan insanımız, şeytân diline tutsak edildi. Şâirler, "Lûgat bir isim ver bana hâlimden" demeye başladı. Yeni yetişen nesiller kendilerine ve çevrelerine şeytân dilinin dürbünüyle bakar, kendilerini ve varlığı şeytân aynasında heceler oldu. Hakîkat iklîminden kaydıkça kaydılar, şeytân serâplarında eriyip gittiler.
Gök, ışık kaynağıdır. Nice güneşler gizlidir göklerin ana rahminde, Hakk'ın izniyle hakîkat semâsından insanlık iklimini aydınlatmaya, onun kışını bahara döndürmeye, ağlayan yüzünü güldürmeye nice yıldızlar çıkıp gelir. Allah dilediği kimseyi nûruna iletir. O kimse de Allah'ın izniyle ve O'ndan aldığı nûrla insanları aydınlatır. Bu ilim irfân ve hikmet yıldızları Yûnus medreselerinde ilim tahsîl edip halka hakîkat ma'nîsini saçıverirler. Herşeyin doğru adını koyuverirler. Hakîkatın isim babasıdırlar, pirleridiler. Bu hakîkat âşığı, gönül eri yüce ruhlar,
"Biz tâlib-i ilmiz aşk kitâbın okuruz, Çalap müderris bize aşk hod medresedir" diyerek açtıkları ruh oluşum ocaklarında halka yeniden hakîkat dilini ta'lîme başlarlar. İşte o vakit,
"Aşk imamdır bize gönül cemaat, Kıblemiz dost yüzü dâimdir salât" diyen vahdet-i Ruhiyeye ermiş bir topluluk zuhûr edip gelir. İnsanlığın yüzü yeniden aydınlanır, yeniden güler.
İşte yeni bir ses, yeni bir dil, yeni bir isimlendirme. Şeytân muhtevâlarına takılan, ruhlara o muhtevalarla girip yerleşen isimlerin, bize âit kelimelerin asıl özleriyle tekrar sunucusu yüce bir lisân: " ÖLÇÜ veya YOLDAKİ IŞIKLAR"
Sonsuzluk iklîminden, hakîkat kuşağının ruh meyveleri, insani oluşun gerçek isimleri, gerçek tadı, kokusu ve rengiyle Rahmân sofrasından bizden bir Ruhûn aklı, vicdânı, gönlü, dili ve kalemiyle sunuluyor. Gönül verip baş koyarak oturulan bu sofraya Ruhun ne kadar acıkmış olduğunu sofradan başınızı kaldırınca anlıyorsunuz. Nice yalancı, ruh zehirleyici sofralarda gezdiğinize ve gezip duranlara acıyıp yanmaya başlıyorsunuz. Ne olur, herkes şunlar gibi gök sofralarına koşuverse, ruhlarına gök düzeni yansıyıverse, iç âlemleri Cennet yansıması bir şehir hâline gelse ve sonra bu şehirler dışa yansıyıp büyüse, büyüse... Bütün bu insanlık Cennete erse, diyorsunuz.
"ÖLÇÜ veya YOLDAKİ IŞIKLAR"a baktığınız zaman semâvî, billûr bir âvizenin içinde eriyip siz de ışıklara karışıp gidiyorsunuz. Bu, diyorsunuz, Kur'ân'dan bir nûr hâlinde billûr billûr yansıyıp, aydınlık hakîkat iklîmine, bir hakîkat meşherine giden yolları aydınlatan hikmet pırıltıları; bir çiçekte kâinattaki bütün güzellikleri ve bir damlada tûfânları gösteren irfân ölçüleridir. Hikmet'in ve Işığın kaynağı olan hakîkatın tayflarıdır. Şuûru, basîreti ve ilhâmı harekete geçiren ruh ölçüleridir. Nice ilâhî duygu ve düşüncelerin, yüce bir Ruhun gönül ve vicdân imbiklerinde damıtılıp Rahmânî ilhâmların ışık yağmurları hâlinde, bir kalbin kristallerinden geçerek, binbir renk cümbüşü içerisinde dilde tecellî edişidir. Aynı ışık, ama ayrı kristal kelimelerden geçen rengârenk tayflar...
Bu sofranın kıvrımlarında ne süprizler var; orada 'Edebiyat' 'şiire'; 'şiir' 'tasavvuf'a; 'tasavvuf' Hz. Muhammed'e, (sav) O da 'cumhuriyet'e, 'cumhuriyet'de 'siyaset'e açılıyor. Bu karşılıklı hoş açılışlar içinde her şeyi daha iyi anlıyorsunuz; her şeyin daha çok zevkine eriyorsunuz. Tabîatı, hayatı ve Ruhu, his ve duyguyu, basîreti bir başka bütünlük ve güzellik içinde görüyor, düşünüyorsunuz. Aşk, san'-at, İbadet, kadın, izdivaç ve yuva, Kur'ân iklîmiyle iç içe sunuluyor ve siz hayretler içinde soruyorsunuz: Bu ne veciz ta'rîf, bu ne güzel takdîm böyle!... "Yaşamayan bilmez, bilmeyen böyle diyemez", diyorsunuz. Mutlak Hakîkat dilinin kapıları aralanıyor ve sizi içeri çekiyorlar. Ve siz orada, "asırlardır kaybettiğim isimler, kaybettiğim özüm, ruhum, insanlığım, hakîkatim hoş geldiniz! Selâm size, selâm, sizi bana, beni size ulaştıran Ruha!" diyor, iki büklüm oluyorsunuz.
- tarihinde hazırlandı.