Kur'ân'ın seçkin ifade gücü
Kur'ân'ın, insan hislerine nasıl tercüman olduğunu kısmen mütalaa ettikten sonra şimdi de birkaç kelime ile onun kullandığı malzemeler üzerinde durmaya çalışalım:
Bir kelâmın mu'ciz olması ve beşer gücünü, takatini aşıp tarih boyunca bütün söz ve fikir dâhilerine meydan okuması gösterir ki, onda kullanılan kelimeler dahi sıradan kelimeler olmayıp, olağanüstü derinlikte ve kendilerine göre televvünü bulunan bir kısım ışıktan sözlerdir ki, her biri tasavvurlarımızı aşan ifadelere malzeme teşkil etmektedirler.
Bir kere Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, kullandığı kelimeleri seçerken, maksadı ifade etmede hiç müphemiyete meydan vermeyecek bir usûl takip eder. Mevzu incelendiğinde, bu seçimin iki şekilde yapıldığı görülür:
Birincisi: Bir kelime, doğrudan doğruya o lafızla anlatılmak istenen mânâda kullanılır.
İkincisi: Seçilerek kullanılan o kelimenin yerine, başka bir kelime konduğunda, maksadı bihakkın eda edemediği açık olarak görülür.
Şimdi burada, her iki şekille de alâkalı misaller getirerek konuyu incelemeye çalışalım. Burada önce, insanın daha fazla dikkatini çeken ikinci şıktaki misalleri arz etmekle başlamak istiyorum.
Birinci Misal:
يَۤا أَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ وَمَنْ يَتَّبِعْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ فَإِنَّهُ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَۤاءِ وَالْمُنْكَرِ
"Ey inananlar, şeytanın adımlarını izlemeyin. Kim şeytanı izlemeye durursa şeytan da ona edepsizliği ve kötülüğü emreder..." (Nûr sûresi, 24/21)
Görüldüğü gibi âyet kısaca, şeytana inkıyat etmekten, ona tâbi olup adım adım onu takip etmekten müntesiplerini sakındırmak istemektedir. Bu maksat ve mânâyı anlatmak için seçilen tabir لَا تَتَّبِعُو'dur. اِتِّبَاع (İttiba) kelimesi, تَبِعَ kökünden gelir ki, şu mânâları ifade eder:
1. Birinin arkasına takılıp gitme; 2. Birine uyma ve ona uydu olma; 3. (Bir başka bâbda yani "iftial" kalıbında ise) Birinin peşine takılmayı tabiat hâline getirme
Kelimeyi bu mânâlarda tahlil ettiğimizde karşımıza şunlar çıkar: Kelimenin sülasi kipine iki harf ilave edip onu bir başka kalıba naklettiğimizde, o, farklı mânâlara da kaynaklık eder. Yani, bir kalıpta bir mânâ ifade eden kelime, başka bir kalıpta bir başka mânâ daha anlatabilir. Söz konusu âyette تَبِعَ fiilinin "tâbi olma" mânâsında üç harfli kalıbı yerine, iftial bâbında اِتِّبَاع şeklinde gelmesi,"Şeytana itaat etmeyin ve ona tâbi olmayın; adım adım kendi yolunu izleyen şeytanın izlerine basa basa onu takip etmeye kalkmayın" mânâsını vermektedir.
Ayrıca burada şöyle bir mânâ daha sezilmektedir: Şeytan, çok sinsi bir varlıktır. Yapacağı şeyleri, dobra dobra ortaya koymaz. Her şeyi, sinsice âheste âheste, adım adım bir plan dahilinde yapar. Öyle ki şeytanın, o sinsiliği içinde ne yapmak istediğini hemen hissetmek mümkün olmayabilir. O, bir adım atar ve attırır. Ona tâbi olan insan da bu adımı küçük görerek, "Ne olacak, sadece bir adım!" der ve arkasından gider. Oysaki şeytan, peşi peşine başka adımlar da attırır; iki-üç adım derken, insanı kendisine kul ve köle hâline getirir. Böylece insan, küçük görerek girdiği günahlarla, içinden çıkılmaz bir bataklığa saplanmış olur.
İşte, لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ "Adım adım şeytanı takip etmeyin." âyeti, bize böyle bir takipten söz etmektedir. Bu takip, âdeta farkına varmadan gerçekleştirilen, ama neticede insanda huy ve tabiat hâline gelen bir yürüyüştür. Evet, insan, çok defa bunun farkına bile varamaz. Çok defa o ilk adım atıldıktan sonra artık dizginler şeytanın eline geçmiş olur. Öyleyse لَا تَتَّبِعُوا خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ ifadesinde, "Ona uymayı tabiat hâline getirmeyin." ikazı da vardır.
Ayrıca bu âyet, bir de insandaki farklı bir ruh hâletini resmeder. İnsan, bir günah işler.. işler ve "Ne olacak, küçük bir şey" der. Hâlbuki o bilemez ki, küçük bile olsa, "Her günah içinden küfre giden bir yol vardır." Eğer işlenen günah tevbe ve istiğfarla giderilmezse, o küçük gibi görünen günahlar, neticede azgın bir yılan olur ve her zaman kalbi ısırır ki, gelinen bu nokta –hafizanallah– küfür noktasıdır. Dolayısıyla bu ifade, insanın bu günahını ona anlatırken, ağırlığını ruhunda hissettirecek bir üslûp kullanır.
Buradaki "ittiba" lafzını kaldırıp, yerine uygun mânâda başka bir lafız getirmek mümkün olsa bile, bu lafızla insanın his, heyecan, huy ve tabiatını ifade etmek mümkün olmayacak ve o ifade, muhatabın gönlünde aynı tesiri uyaramayacaktır. Evet, ne şeytanın sinsiliği ne adım adım yaklaşma düşüncesi ne de insanın küçük günahlarla farkına varmadan küfre kayıp gitmesi, bu rahatlıkta ifade edilemeyecektir.
Buraya kadar geçen misallerde görüldüğü ve gelecek misallerde de görüleceği gibi Kur'ân, bütün malzemelerini kelime kelime, harf harf seçerek kullanan ve on dört asırdır alternatifi getirilemeyen bir Kadîr-i Zü'l-Celâl'in kelâmıdır.
İkinci misal:
Kur'ân-ı Kerim'de, lafızların özenle seçildiğini ve değiştirildiğinde aynı mânâların muhafaza edilemeyeceğini gösteren tipik bir örneği de aşağıdaki âyette görüyoruz:
يَۤا أَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ إِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِي سَبِيلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ إِلَى الْأَرْضِ أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ
"Ey inananlar! Size ne oldu ki, Allah yolunda topluca savaşa çıkın, dendiği zaman yere çakılıp kaldınız? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Ama dünya hayatının vaadettikleri, ahiretin yanında pek azdır." (Tevbe sûresi, 9/38)
Burada bir kısım tembel ve uyuşuk insanların, havanın sıcaklığı, bağ ve bahçelerin büyüleyici güzelliği ve rahat tutkusunun ruhlarını sarmasıyla cihaddan geri durmaları kınanmaktadır. Evet, bu insanlar, herkesin canıyla, malıyla iştirak ettiği cihad çağrısına kulak asmaz ve iştirak de etmezler. İşte, böylelerinin hâli, en bariz çizgiler ile burada serdedilmekte ve şöyle denmektedir:
Ey iman edenler! Size; "Yeryüzünde cihada çıkın!" dendiği zaman, ne oluyor ki, yerinize çakılıp kalıyorsunuz; sırtınıza korkunç bir ağırlık çökmüş gibi olduğunuz yerde kendinizi salıyorsunuz.
Burada kullanılan kelimeler içinde bilhassa اثَّاقَلْتُمْ konuyla alâkalı anahtar bir kelime mahiyetindedir. Bunun yerine تَثَاقَلْتُمْ veya ثَقُلْتُمْ kelimesi kullanılabilirdi. Zira bunlarda da ağırlaşıp yerinde kalma mânâsı vardır. Ancak Kur'ân-ı Kerim, bu kelimeden türetilmiş اثَّاقَلْتُمْ kelimesini özellikle seçmiştir. İştikak ilmine vâkıf olanların da malumu olduğu üzere, buradaki şedde, kelimenin telaffuzu ve fiilin bu sigada kazanmış olduğu mânâ, cihada karşı tenperver davranan bir insanın ruh hâletini anlatması bakımından emsalsiz bir uygunluk arz etmektedir.
Üçüncü misal: وَهُمْ يَحْمِلُونَ أَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْ (En'âm sûresi, 6/31) âyetidir.
İnsan, kendi ağırlığını, bir başka deyişle her insanın vücudunu kendi ayakları taşır. Bu müsellem hakikatin yanında, bir de batmanlar ağırlığında bir yükü sırtına almış, yolda giden bir adam düşünün; yolu oldukça tehlikeli, vücudu fevkalâde çelimsiz ve ayakları da olabildiğine cılız ve dermansız.. hele bir de sırtında başkalarına ait yükler de varsa, böyle bir insanın, bu sıkletin altında kalıp ezilmesi ne ürperticidir!
İşte bu âyette, böyle bir insanın, kendi günahlarının yanında başkalarının da günaha girmesine sebebiyet vermesi, kendi günahıyla beraber onların günahlarını da yüklenmesini, Kur'ân'ın o kendine has enfes ifade gücüyle öyle bir anlatır ki, bunu görebilmek için maddeten ve mânen çelimsiz bir vücudun ağır bir yük altında nasıl ezileceğini düşünmek yeter. Ayrıca âyetin bu konuyu tablolaştırırken kullandığı kelimeleri seçmedeki harikulâdeliği görmemek mümkün mü?
Evet, bu âyet-i kerimede günah bir "yük", hem de Mevlâ'nın huzurunda insanın belini bükecek ölçüde ağır bir yük olarak tavsif edilmekte; sonra bu yükün insanı dünyada ve ukbâda nasıl iki büklüm bir hamal hâline getireceği esprisi verilmektedir ki, böyle batmanlarca günahın yanı başında, yolun yokuşları, zikzakları ve virajları hesaba katılacak olursa, kelimenin ifade ettiği mânâ ve o mânâdaki enginliğin kalblerdeki tesirini varın siz tahmin edin.
Evet, sırtlarında yük taşıyanlar, başka cinsten varlıklardır. İnsan, sırtında yük taşımaya müsait olarak yaratılmamıştır. Ancak Kur'ân, günahın ağırlığını, onun taşınma keyfiyetini ve vicdanda hissedilen sıkletini böylesine mânâlı bir üslûpla ifade etmektedir. İnsan bu mülâhaza ile âyeti okurken, bütün günahlarının ağır bir yük hâlinde sırtına yüklendiğini hisseder ki, bu da bize, Kur'ân'ın malzemelerini nasıl bir titizlikle seçerek kullandığını ve başka kelimelerin –aynı anlamda kullanılsa bile– aynı mânâ ve mûsıkîyi veremeyeceğini açık bir şekilde göstermekte ve Kur'ân'ın, bu yanıyla da nasıl bir mucize olduğunu ortaya koymaktadır.
- tarihinde hazırlandı.