Cinler, Hastalıklara Sebep Olabilir mi?
Cinler, maddeye nüfuz edebilecek mahiyette varlıklardır. "Cin şudur" diyemiyorsak da, her hâlükârda cinlerin latîf, görülmeyen, tesir ve nüfuz kabiliyetine sahip varlıklar olduğu açıktır. En basit misaliyle, röntgen şuâları insan bedeninde rahatlıkla yol alabiliyor ve belli ışın çeşitleri maddeyi eritip yapısını değiştirebiliyorsa, bu ışınlardan daha latîf olan cinler, insan bedenine neden nüfuz edemesin ki!. Evet cinler, insanın fizyolojik yapısına tesir edip, çeşitli zararlara yol açabilir; damarlara ve beynin merkezî noktalarına müdahale edebilirler.
Lazer ışını, 1960'lara kadar bilim-kurgu romanlarının hayal silahı idi. Ancak T. Warman'ın ilk kırmızı lazer ışınını tespitinden sonra geliştirilmiş olup, bugün bilgisayardan haberleşmeye, nükleer silah sanayiinden polisiye araştırmalara, hatta tıbba kadar pek çok sahada kullanılmaktadır. Meselâ 40 yıl önce işlenmiş bir cinayetteki hiçbir aletin tespit edemediği parmak izleri lazer ışınlarıyla ortaya çıkarılabilmekte ve çok aletlerin göremediği şeyler görülebilmektedir. Bundan daha önemlisi de, damarlarımızda âdeta kanla beraber akıp gitmekte ve tıkanmış damarların açılmasında da kullanılmaktadır ki, göz ameliyatlarında kullanılması, bunlardan sadece biridir. Diğer taraftan, ciğerlerimize çektiğimiz havadaki bir miktar oksijen kanı temizlemekte ve damarlarımıza sirayet etmektedir. Tam bu noktada sözü yine Söz Sultanı'na bırakalım: "Şeytan, insanların kanının dolaştığı yerde dolaşır!"[1]; sanki alyuvarlaşır veya akyuvarlaşırmış gibi...
Şu hâlde, başta şeytan olmak üzere, bütün cin taifesinin insanlara zarar verebilecek şekilde yaklaşarak, maddî-mânevî tahribata yol açabilmeleri mümkün görünmektedir. Şeytanın yaklaşmasını, açtığı yaraları ve bunlardan korunma yollarını inşâallah bir sonraki mevzuda ele alacağız.
Şeytan ve cinler, doğrudan doğruya fizyolojik hastalıklara da sebep olabilirler. Alyuvarlarımıza binip, damarlarımızın içinde dolaşabildiklerinden dolayı, bu her zaman mümkündür. Ne biz bu mevzuda mübalâğaya kaçalım, ne de hekimler bu gerçeği reddetsinler. Sözgelimi, biri kalkıp, "İhtimal, kanser hâdisesinde hücrelerin anarşisine sebep olan da bu habis ruhlardır." iddiasında bulunur, buna karşılık siz de "olamaz" derseniz, bu takdirde peşin hükme saplanmış olursunuz. Durum, gerçekten belki de böyledir; en azından, mülâhaza dairesini açık tutmak gereklidir. Kanser hakkında bugüne kadar söylenen sözler ve yapılan tariflerin en mâkulü, onun bir hücre anarşisi olduğudur; vücudumuzdaki en küçük parçaların anarşisi.. yani, vücudun normal nizam ve âhengine başkaldırma ve normal hücre gelişme faaliyetini bozma. Bu, hem iç, hem de dış uzuvlarda olabildiği gibi, kanserli hücrelerin yavaş üreyeni de vardır, seri üreyeni de. Cinlerin kanser bölgesine yerleşip, bir örgüt çalışması gibi hücre anarşisi oluşturmaları, her zaman mümkündür. Cinler nasıl görünmeyen varlıklarsa, kanser de çok kere baştan belli olmayıp, kendini geç hissettirmekte, hissettirdiği zaman da, artık ilaçlar fayda vermemektedir.
Kanser gibi sara hastalığında da habis ruhların tesirini kabul etmek, makul bir yol olsa gerek.. kim bilir belki de cinler, beyinde bir kısım guddelerin normal çalışmasına ve fonksiyonlarını icra etmelerine mâni olmaktadırlar.
Yine, habis ruhlar, insan aklını bozma ve sinir sistemine tesir edip, cinnete yol açmada da tesirli olabilirler. Gerçi, hekimler şizofreninin bütün çeşitlerini maddeye vermekte ve bazılarını da irsî görmektedirler ama, cinlerin damarlara girip kişinin muvazenesini bozmaları, sinir sistemini harap ederek, zaman zaman dengeli olunurken, bazen de çılgınlığa yol açmaları da mümkündür. Yanlış anlaşılmasın; ne sara, ne de şizofreni mutlaka cin eseridir demek istemiyorum; fakat, "olması mümkündür" diyorum. Çünkü bu hastalıklar, çok defa dualı bir ağzın ciddî bir okumasıyla geçmektedir.
Arkadaşlarımızdan biri, yaşlı bir kadının dua isteğini getirdi. Bu yaşlı kadıncağız için doktorlar, "Kanser metastaz yapmış ve her yanını kaplamış; bir hafta kadar ya yaşar, ya yaşamaz... Götürün, son günlerini evinde geçirsin." demişler. Kadıncağızın şahsıma büyük hüsnü zannı varmış; arkadaşımızı araya koyup ısrarla, "Dua etsin, şifa bulurum." demiş. O masumeye nasıl dua ettiğimi şimdi hatırlamıyorum. Altı ay sonra arkadaşıma "O kadına ne oldu?" diye sordum; "Yaşıyor" dedi. Sonra aradan iki yıl gibi bir zaman geçti, "Ne oldu?" diye yine sordum; "Hacca gitti geldi, torunlarını büyütüyor." cevabını aldım.
Yine, bir saralı hasta getiriliyor; devamlı rahatsız ve nöbeti olan bir adam. Bir hocaefendi açıyor Kur'ân'ı ve üç-beş âyet okuyor; hasta şifa bulup gidiyor.
Bu vâkıaları maddenin fonksiyonlarıyla izah etmek mümkün değildir. Hap vermek suretiyle beyinde belli bir temas temin etmeye muvaffak olabilirsiniz.. bunun bir tesiri de olabilir ama, okuma da şifaya sebep olabilir.
Bir misal daha arz edeyim: Teyzem, cinnet getirdi ve her şeyi yakıp yıkmaya başladı. Zincirlerle ancak zapt edilebiliyordu. Kendini hastahanenin dördüncü katından aşağı attı, bir şey olmadı. Kocası bir hocaefendiye gitti, bir şeyler yazdırdı getirdi ve bıraktı. "Beni niye böyle zincirlere bağladınız?" dedi, sızlanmaya başladı.. hayret, teyzem iyileşmişti...
Tıbbın ve doktorların altından kalkamadıkları öyle vak'alar, öyle misaller var ki, hemen her gün bir tanesini duyar veya yaşarsınız.
Son olarak, yıllar önce Balçova karakolunda bekçilik yapan bir zatın bizzat yaşayıp anlattığı bir vak'ayı nakletmek istiyorum: Bu adamcağızın ilk yedi çocuğu doğumlarının 17. gününde boğulup ölmüşler. Sonunda, ağzı dualı bir hocaefendiye bir şeyler yazdırmış ve artık sekizinciden itibaren çocukları yaşamaya başlamış...
Nasıl şimdi, Avrupa ve Rusya görünmeyen kuvvetleri haberleşme gibi bir kısım hizmetlerde istihdam etmeye başlamışlarsa, büyük ihtimal ileride de cinnî hastalıklara karşı dua ve benzeri tedavi yollarını kullanır hâle gelecekler, hatta, belki de cinlerle tedavi popülerlik kazanıp, üniversitelerde ayrı bir kürsüye bile kavuşacaktır! Bugün bile ülser tedavisinde telkin yolunu kullanan hekimler var; ayrıca mûsıkî dinletip, hastanın moralini yükseltmekle tedavi denemeleri de yapılıyor. Bütün bunlar ruhun varlığını ve tedavide bile mânânın ne derece önemli olduğunu göstermektedir. O hâlde, şuurlu habis ruhların ve hastalıklara yol açan cinlerin mevcudiyetlerini inkârda ne mânâ var?!..
[1] Buhârî, i'tikâf 8, 11, 12; Müslim, selâm 24; İbn Mâce, sıyâm 65; Ebû Dâvut, savm 79; edeb 81.
- tarihinde hazırlandı.