Kabirlerin keşfi
Velilerin menkıbelerinin anlatıldığı eserlerde, kabirlerin keşfinden bahsedilmektedir. Hatta ehlullaha ilk inkişaf eden şeyin, kabirlerin keşfi olduğu söylenmektedir. Bunu şu şekilde anlamak lazımdır. Allah dostlarına gösterilen, açılan o kadar gizli hakikatler vardır ki, onlardan bir tanesi de, –belki vilâyetin ilk basamağı– kabirlerin keşfidir. Dolayısıyla mezarın içini, daha doğrusu âlem‑i berzahta olup biten şeyleri bir ehl‑i keşfin müşahedesi, çok ileri bir seviye değil sadece işin başıdır.
Yine velilerin, insanın içinden geçen şeylere –Allah’ın izni ile– muttali olması ve söylemesi, “intâk‑ı bi’l‑hak” şeklinde olup, farkında olmadan, onları Allah’ın konuşturmasıdır. Bu, sezme şeklinde de olabilir. Onlar muhataplarının zihinlerinden geçen düşünceleri sezer ve üstü kapalı bir şekilde ifade ederler. Ve anlatılanları ancak ilgili şahıslar anlayabilir. Aynı ruh hâleti içinde olmayanlar ise konuşanı deli divane zannederler.
Keşif, ister intâk‑ı bi’l‑hak olsun, isterse sezme şeklinde olsun bu, Allah dostlarının hadislerde belirtilen şu sırra mazhar olmalarıyla yakından ilgilidir: “Her kim Benim velilerimden bir veliye düşmanlık ederse, şüphesiz Ben ona ilan-ı harp ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili hiçbir şey ile Benim kurbiyetime mazhar olamaz. Bir de kulum nafileler ile Bana yaklaşır ha yaklaşır ve nihayet öyle bir hâle gelir ki artık Ben onu severim. Onu sevince de, onun işiten kulağı, gören gözü, tutup yakalayan eli ve yürümesine vasıta olan ayağı olurum (Hâsılı; onun işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi doğrudan doğruya meşiet-i hâssa dairesinde cereyan etmeye başlar). Böylesi bir kul Benden birşey isterse istediğini muhakkak ona veririm. Bana sığınırsa onu hıfz ve sıyanetim altına alırım.”[1]
Evet, keşif, peygamberlerin mucizelerinde olduğu gibi, Allah’ın dilemesiyle olur. Yoksa ben de keşfedeyim, ben de kalbden geçenleri bileyim demekle olmaz.
[1] Buhârî, rikak 38; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 6/256.
- tarihinde hazırlandı.