Bazıları, Akraba Evliliklerinin Zararlı Olduğunu İddia Ediyor. Bu Hususu İzah Eder misiniz?
Evvelâ, akraba evlilikleriyle ortaya çıkması muhtemel hastalıklara bir göz atalım:
İrsî hastalıklar: Ana babadan çocuğa "irsî" olarak geçen hastalıklara verilen addır. İrsî hastalıklara, yakın akraba olan ana babanın çocuklarında, diğer çocuklara oranla daha çok rastlanır. Akrabalar arasında yapılan evliliklerden doğan çocuklarda, ortak atadan aktarılan ve irsî hastalığın taşıyıcısı olan genlerden iki tane bulunması ihtimali büyüktür.
Az rastlanan irsî hastalıklardan birisi akşınlık (albinizm)'dir. Akşınların gözlerinde ve saçlarında boya maddesi (pigment) yoktur. Bu hastalık sadece görünüşü bozmakla kalmaz, yarı körlüğe de yol açar.
Verâseti, DNA adı verilen ve gen adlı birimlerde toplanmış olan bir madde gerçekleştirir. Genler organizmanın gelişmesini düzenleyen bilgiyi taşırlar.
Bazı hastalıklar irsîdir ve bu hastalıklara bir enzim yetersizliği yol açar. Vücutta meydana gelen bütün "biyokimyevî" hâdiseler, enzimlerin kontrolü altında gerçekleşir. Bütün "bileşimler" ve "çözülmeler" belli bir sıra izlerler. Yani bir madde doğrudan doğruya son ürüne dönüşmez, daha önce çeşitli bileşik dizilerinden geçer. İstenilen son ürünü meydana getirmek için bu dizilerdeki bileşiklerin her birine yeni maddeler eklenir ya da çıkarılır.
Zekâ geriliğine yol açtığı sanılan mongolizm, fenikletonüri gibi 28 kadar irsî hastalık bilinmektedir. Bunlarda yetersiz enzim tespit edilmiştir.
Orak hücreli anemi, talessemi gibi bazı kan hastalıkları, ayrıca sistinüri ve galaktosemi de irsî hastalıklardır.
Sâniyen, İslâm, akraba evliliklerini teşvik etmemiş, belli bir çerçevenin dışındakilerin evlenmelerini tecviz etmiştir. Sâlisen, İslâm'ın yasaklar çerçevesi içine aldığı akrabalar da küçümsenmeyecek kadar bir yekün teşkil etmektedir. Mamafih, aslında zararlı olan akraba evliliği değil, anne-babada meknî bulunup, evlenince katlanıp çocukta ortaya çıkan hastalıklardır. Bir aile, bir sülâle, bir oymak ve bir kabilede bu hastalıklardan biri varsa, aynı oymak içinde aynı hastalığı taşıyan iki kişi izdivaçla bir araya gelince, hastalık ortaya çıkıyor. Yani çocuk annesinde ve babasında meknî bulunan bu hastalığı tevârüs edinmiş oluyor.
Şimdi, eğer böyle bir hastalık taşıyan aile, kabile içinde değil de dıştan olsa, hatta evlenenlerin biri Çin'den biri de Maçin'den gelse hastalık olmayacak mı? Aksine, kimden ve nereden olursa olsun, çocuğun kaderi olarak ortaya çıkan, anne-baba hastalığı akrabadan olmuş, uzaktan olmuş fark etmez. Binaenaleyh, asıl mahzurlu olan, iki hastanın bir araya gelmesi; çocukta, kâmil mânâda ortaya çıkan bu tür hastalıkla hasta olanların evlenmesidir.
Bu tür hastaların evlenmesiyle çocuklarda bir kısım arızalar oluyorsa, hekimler bunu araştırmalı; şayet böyle bir hastalık varsa, bunların evlenmeleri tecviz edilmemelidir. Böyle, aynı kabile, aynı oymak içinde, izdivaçla ortaya çıkan hastalıklarda hassasiyet gösterildiği gibi, dünyanın ta öbür ucundan alıp evlendireceğimiz kimseler hakkında da titiz davranılmalıdır. Zira aynı hastalık onlarda da olabilir, dolayısıyla aynı vahim netice, onlar için de bahis mevzuudur. Binaenaleyh böyle bir meselede belli çerçevenin dışında akraba evliliklerine cephe almak bir haksızlıktır ve ilim adına faraziyecilerin işine de çok yaramayacaktır...
Şayan-ı teessüftür, bir kısım dindar ilim adamları da meseleyi faraziyecilerin aceleciliği içinde ele alarak tıbbî hükme menat teşkil eden hususu tamamen kulak ardı edip, "Zaten Kur'ân da bütün bütün akraba evliliklerini yasak etmiştir." diyerek Kur'ân'la tenakuza düşmektedirler. Bir kere Kur'ân-ı Kerim: "Ey peygamber, Biz, ücretlerini (mehirlerini) verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği (savaş esir)lerinden elinin altında bulunan (cariye)leri, amcanın, halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de kendisini (mehirsiz olarak) peygambere hibe eden ve peygamberin de kendisini almak dilediği inanmış kadını, diğer mü'minlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Biz, eşleri ve ellerinin altında bulunan (cariye)leri hakkında mü'minlere ne farz ettiğimizi bildik (onların bu hususta ne yapması lâzım geldiğini açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın, (sen bir sıkıntıya, güç bir duruma düşmeyesin). Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Ahzâb sûresi, 33/50) buyurmaktadır.
Pratikte de, ne Peygamberimiz ne de ashab efendilerimiz, muharremat âyetiyle çerçevesi belirlenenlerin dışındakilerle evlenmede beis görmemiş ve bu mübahı kullanmışlardı. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) halasının kızı Zeyneb binti Cahş'la Hazreti Ali amca torunu Hazreti Fatıma'yla ve daha yüzlercesi yüzlercesiyle evlenmişti... Hem sıhhatli bir oymak içinde niçin kız alınıp verilmesin ki? Hatta, o oymak ve o sülâlenin sıhhat, ruh, karakter ve fizikî yapısının korunması için bunda fayda bile olabilir. Meselâ, Dağıstan halkının umumiyet itibarıyla bu mevzudaki hassasiyetleri sayesinde, sağlam nesiller olarak bugünlere kadar gelip ulaştıkları söylenmektedir. Denilebilir ki, bunlar daha sıhhatli, daha zinde, Allah'ın bir lütfu, ihsanı, takdiri olarak daha uzun ömürlü olabilmişler.
Şanlı Osmanlı Devleti'nde de bu mübah kullanılıyordu ama, endişe edilen rahatsızlıkların pek çoğu yoktu. Hatta, bizzat Âl-i Osman Hânedanı bu mübaha karşı açıktı ve bizim korkulu rüyalarımız sayılan hastalıklardan hiçbiri de bilinmiyordu. Hem bir insan kendi soyunun, sopunun sıhhatini, güçlü, kuvvetli ve zinde olmasını düşünüyorsa, tabiî ki, en sıhhatli ailelerden kız alacaktır. Kendi kabilesi en sıhhatli ise neden ondan almasın ki...?
Hâsılı, çiftlerin bir araya gelmesinde mahzur teşkil eden şey uzak ve yakın olmaktan daha ziyade eşlerin bir araya geldiklerinde, çocuğun acı kaderi olabilecek hastalıklardır. Ve zannımca üzerinde durulması gerekli olan da budur. Yoksa, insanlara faydalı olan şeylerin en küçüğünü dahi ihmal etmeyip gösteren ve bir yudum içki gibi, zararın en küçüğünün üzerinde hassasiyetle durup onları sakındıran Kur'ân-ı Kerim, çok önemli şeyleri önemsememiş çok önemsiz şeyler üzerinde de fazlaca durmuş sayılırdı ki, bu da onun herkesçe kabul edilen "muvazene kitabı" olma ruhuna aykırı demektir.
Kur'ân-ı Kerim "Size (şunlarla evlenmeniz) haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, karılarınızın anaları, birleştiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız -eğer onlarla henüz birleşmemişseniz, (kızlarını almaktan ötürü) üzerinize bir günah yoktur- kendi sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi bir arada almanız. Ancak geçmişte olanlar hariç. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Nisâ sûresi, 4/23) âyetiyle haram olanların çerçevesini belirledikten sonra, yukarıda temas edip geçtiğimiz Ahzâb sûresinin 50. âyetiyle de şöyle buyurarak: "Ey Peygamber, Biz, ücretlerini (mehirlerini) verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği (savaş esir)lerinden elinin altında bulunan (cariye)leri, amcanın, halalarının, dayının ve teyzelerinin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de kendisini (mehirsiz olarak) peygambere hibe eden ve peygamberin de kendisini almak dilediği inanmış kadını, diğer mü'minlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Biz, eşleri ve ellerinin altında bulunan (cariye)leri hakkında mü'minlere ne farz ettiğimizi bildik (onların bu hususta ne yapması lâzım geldiğini açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın, (sen bir sıkıntıya, güç bir duruma düşmeyesin). Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir." (Ahzâb sûresi, 33/50) herhangi bir iltibasa meydan vermeyecek şekilde, neyin yasak olup neyin olmadığını apaçık göstermektedir.
Bununla beraber, evlenmeyi, sağlık prensiplerine riayet ölçüsü içinde mübah kılmak başka, izdivaca zorlamak başkadır. Belli bir çerçevenin dışındakilerin evlenmelerine yollar açık ve herhangi bir mâni yoktur. Ama, aynı zamanda, evleneceklerin sağlık açısından bir araya gelip gelemeyeceklerinin tetkik ve araştırılması neticesinde, şayet bir mahzur bahis mevzuu ise böyle bir izdivacın engellenmesinde de sakınca yoktur. Hatta, engellemek, yararlı ve insanîdir.
Her şeyin en iyisini Allah bilir.
Şâyân-ı teessüf: Üzüntü verici.
Tecviz etmek: İzin vermek, müsaade etmek.
Tenakuza düşmek: Çelişmek, zıtlığa düşmek.
Tevârüs: Irsiyet, soya çekim yoluyla elde etme.
4 Mart 1977, İzmir Bornova Merkez Camii
- tarihinde hazırlandı.