Kendi dilinden ‘DİB’ isimli teşkilatın konumu (2)
Bu ikinci yazım. Raporu okuyunca yazacağım diye söz verdiğim için yazıyorum. Üçüncüsü, dördüncüsü de olacak ama başka başlıklarla. İşin aslına bakarsanız 140 sayfalık raporda dile getirilen tenkitler, yorumlar ve değerlendirmeler bazı noktalar hariç geneli itibariyle dört ayrı açıdan böylesi bir değerlendirme yazısını hak etmiyor. Birincisi, o tenkit ve düşüncelerin yer aldığı 140 sayfalık metne imza atan kurul. İkincisi, o kurulda çalışan insanlar, dini bilgi seviyeleri ve taşıdığı akademik unvanlar. Üçüncüsü, vazifeleri ve bu vazifelerinin kendilerine kazandırdıkları makam. Dördüncüsü, raporun taşıdığı iddia ve üslup.
Tek tek ele alalım.
Kurum: Diyanet İşleri Başkanlığının Din İşleri Yüksek Kurulu. Başkanlığın kuruluş amaçlarından birisi olan “toplumu din konusunda aydınlatmak” açısından bakılınca en önemli kurullarından birisi bu.
Din İşleri Yüksek kurulunda çalışan insanlar: Bunlar belli bir dini eğitimden geçmiş, çoğunluğu itibariyle akademik unvanlara sahip kişiler. Böyle de olması lazım. Kırsal köy camilerinde imam hatiplik yapacak, Kur’an Kurslarında çocuklarımıza elif-ba okutacak eğitim seviyesini haiz olan kişilerin böylesi bir kurulda işi ne? Dolayısıyla söz konusu kişilerin dini ilimlerin belli sahalarında doktoralarını tamamlamış, yaptıkları çalışmalarla ulusal ve uluslararası düzeyde isim yapmış, akademik ve hakemli dergilerde makaleleri yayınlanan, kitapları çeşitli dünya dillerine çevrilen kişiler olması şahsen benim ayakta alkışlayacağım ve gurur duyacağım bir şey. Onların çerçevesini çizdiğim ölçüde başarıları var ya da yok bilmiyorum, araştırmadım ama madem böylesi önemli bir kurulda görev yapıyorlar, zamanımızın ruhuna uygun olarak bu türlü başarılara sahipler ki kurul üyesi olmuşlar diye hüsn-ü zan ediyorum.
Söz konusu kurul rapora imza atmış ama çalışmayı yapanlar isimlerini yazmamışlar. Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı imzasını attıkları için, ihtimal buna gerek görmemiş olabilirler. “Tarihi bir rapora imza atmamız kibre girmemize vesile olur, o da bizim kalp ve ruh hayatımızı etkiler, onun için tevazuu tercih edelim, arzu edenler Diyanet’in sayfasından isimlerimize ulaşabilir” diye düşünmüş de olabilirler. Ben böyle düşünmüyorum. Onların yerinde olsaydım “Madem böylesi bir çalışmaya imza attık, Türkiye kamuoyuna çıkıp sunumunu yaptık, değişik dillere çevirip dünyaya dağıtacağız, tüzel kişiliği olan kurulun imzasının altına o kurulu oluşturan etten kemikten bizlerin isimleri de olmalı” derdim. İşte bu düşünceye binaen hem sizleri araştırma zahmetten kurtarmak hem de tarihe de malzeme bırakmak için ben o kurul üyeleri ve unvanlarını yazayım…
Kurul Başkanı Dr. Ekrem Keleş, Kurul Başkan Vekili Doç. Dr. Cenksu Üçer, Sekreteri Kenan Oral… Üyeleri: Zeki Sayar, Mehmet Kapukaya, Rıfat Oral, Dr. Muhlis Akar, Prof. Dr. Ahmet Yaman, Prof. Dr. Bünyamin Erul, Prof. Dr. Zekeriya Güler, Prof. Dr. H. İbrahim Karslı, Prof. Dr. Hüseyin Yılmaz, Prof. Dr. Mehmet Ünal, Prof. Dr. Mürteza Bedir, Prof. Dr. Kâşif Hamdi Okur, Prof. Dr. Çağfer Karadaş. Eğer isterseniz Başkan, başkan yardımcısı, sekreter ve üyelerinin kısa hayat hikayeleri, uzmanlık alanları, yaptıkları ilmi çalışmalar hakkındaki kısa bilgileri Diyanet’in ilgili internet sayfasından okuyabilirsiniz.
Bu kişilerin vazifeleri: Kuruluş amacı “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” olan Diyanet’in en önemli işini yani toplumu dini konularda bilgilendirme görevini üstlenmiş bir kurul bu. Bahse medar rapor da bu misyonun bir parçası. Temsil ettikleri makam ise; bana göre kelimenin hakiki manasıyla ‘İfta makamı’. Osmanlı’da Şeyhülislamlık makamına denk düşen bir makam. Aradaki tek fark orada şahıs tek başına bu makamı temsil ederken, burada tüzel kişilik olarak Din İşleri Yüksek Kurulu temsil ediyor. Nitekim web sayfasından kurulun vazifelerinin anlatıldığı “ilkeler ve hedefler” bölümünde dile getirilen 8 madde bizim bu yaklaşımımızı açıkça ispat etmektedir. O zaman şöyle de diyebiliriz: Bu rapor Şeyhülislam’ın yaptığı bir çalışma olup altında onun imza ve onayı vardır.
Raporun taşıdığı iddia ve üslup: Genelde Başkan Görmez ve Hamdi Kaşif Okur’un açıkça ifadelerinde dinlediğimiz, özelde ise raporda yer alan hüküm ve kanaat ifadelerinin tevil ve tefsire kapalı, kesin, keskin ve net olması raporun iddiasını ortaya koyuyor. Neredeyse her bir değerlendirme ‘açıkça ortadadır’, ‘amaçlamaktadır’, ‘Kur’an ve sünnete aykırıdır’, ‘bilinçli olarak seçtiği anlaşılmaktadır’, ‘gayb bilgisine sahip olma iddiasında başka bir şey değildir’ gibi muhkem ifadelerle sonlandırılmaktadır.
Üsluba gelince o da bu iddiaların dile getirilme şekli. Metodoloji ya da esas ve usul bir kenara, sokak kabadayılarının ağzına bile yakışmayacak hakaretâmiz ifadeler raporun ilmi seviyesini göstermesi açısından bir fikir verecek nitelikte. Umarım tercüme edilecek denilen rapor aynen bu haliyle tercüme edilir de dünyadaki ilim insanları, sözünü ettiğimiz ilmi esasları, usulleri ve üslubu görme imkanına kavuşur! Bir fikir vermesi açısından somut birkaç örnek aktarayım: Örgüt lideri, hezeyan, pervasız, şarlatan… ve daha neler.
Netice itibariyle, şahsen ben cevap vermeye değmez diyorum ama son tahlilde karar elbette suçlamalara maruz kalan Hocaefendi’ye ait. O konuda bir şey demem, diyemem, haddimi aşmışlık sayarım. Fakat söz konusu rapora hiç cevap vermeme, çalışmayı kale almama günümüzün mevcut anlayışına göre yapılan suçlamaları kabullenmek manasını taşıyor. Diyanet’in kabul gören resmi otoritesi ve halkımızın dini bilgiler bağlamındaki yerinden dolayı da zihinlerin karışması muhtemel. Sahip olduğum dini bilgi itibariyle kendisine medyun-u şükran olduğum Hocaefendi’ye açıkça tahkir ve tezyiflerin yapıldığı, söylemlerinin tahrip, tebdil ve tağyirlere maruz bırakıldığı bir rapor karşısında da susamam. Bunu en başta dinimize karşı vefasızlık sayarım. Onun için rapor değerlendirme yazılarıma devam edeceğim. Her bir yazı ayrı bir konuyu ele alacak ve konuya uygun başlıkları seçeceğim.
İlk yazımın başlığını vereyim: Veyl olsun! Merak edenler için söyleyeyim, Hocaefendi’nin 9 Şubat 1979 tarihinde yaptığı bir konuşmadan alıntılanan ve raporun kendisi ile bitirildiği bir cümle bu. Veyl olsun!
- tarihinde hazırlandı.