Bahçeler ve Bahçıvanlar
Bırak yılanlar da muradına ersin. Bırak arılar da çiçeklerin özünü emsin. Bırak köstebekler gezsin, böcekler bayram etsin. Sen İlahi nizamın hayranısın, o nizamda bir sultansın.
Ey bahçıvan, sürdüğün tarlalarda sökülen dikenler sana düşman.
Dikenler ekilmez, dikenler dikilmez, onlar öyle yükselir ki ekinleri geçer. Dikenler çapalanmaz, dikenler sulanmaz onlar büyür, yine büyür. Bazıları dikenli gül, bazıları bin bir renkli çiçektir. Şurası bir gerçek ki güller içinde diken yok, dikenler içinde gül var, hilkatın böylesini seven bülbül var. Senin de göz yaşların gülün yaprağında mercandır.
Ekilen tarlalarda başaklar, rüzgârın ahengiyle vecde gelirken, dikenler mızraklarını çiçeklere yöneltir.
Hasat için dikenleri sökmek zorundasın, bunun için ellerin kanamış. Bu sebeple gönlün yaralanmış. Demişsin ki: 'Ey Rabb'im bana yardım et!' Bu duadan sonra ekinler de, başaklar da boy vermiş. Zıtlar aleminde başaktan yana olanlar çile çekmiş. Bir yanda tohumlar, öte yanda dudaklar çatlamış. Bulutlar ağlamış, toprak gülmüş. Sana Allah yürü demiş, hangi sel, hangi dere mani olabilir ki? Bunu ağyar bilmez bari dostlar bilsin.
Gece, karanlık yorganını başına çekmişken, yorganın altından kalktım. Ezan okunmayan bir diyardaydım. Mahlukat adına secdeye kapandım. Ay göklerin sultanı, yıldızlar vedaya hazırlanırken dışarı çıktım. Ağaçlar büyümek için birbirleriyle yarışmış, ölü toprak çiçek çiçek, renk renk dirilmiş, kuşlar İlahi orkestra, çayırlar halı, bahçıvan modern bir hapishanede mahkûm. Çok şükür köpekler bağlanmış.
Çağıl çağıl akan suya baktım: 'Bu koşu nereye?' Kainat ne kadar büyük, ben ne kadar küçüğüm Rabb'im.
Sessizlik yüreğime inen korku, anladım ki bahçıvan mahkûmmuş. Bir zamanlar da demişlerdi ki: 'Güneş tutulmuş...'
Bulutlar dolu su, denizler dolu su. Gemilerde insanlar dert yükü. Her insan kainat çapında bir davanın adamıyken, ellerindeki adres nefsin ateşine yanmış.
Bir zamanlar şanlı bir millet varmış, o zamanlar köprüler yapılmamış yolcuları sel almış...
O zaman bendler yapılmamış tarlaları su basmış...
Bu sebeple şehirlere eşkıyalar dolmuş, yönetim onların eline geçmiş.
Bunun için işler zorlaştıkça zorlaşmış. Gökten zift yağmış, toprak çatlamış, bahçıvan mahkûmmuş...
Acaba sürgünler diyarına güneş doğar mı? Kuşlar öter, çiçekler açar mı? Hâlâ sular berrak, çimenler yeşil mi? Selam salsam varır mı? Mektup atsam alır mı? Acaba sürgünler diyarında mehtap var mı? Bu sürgün Mekke'den Medine'ye hicretin devamı mı? Bu sürgün rahmete vesile mi? Bu sürgünle doğan güneş dünyayı aydınlatacak mı? Bu sürgün, bu sürgün, bu sürgünde takvimler erirken gün gün, kışın buz tutan saçaklar, baharın şarkısını söyler mi?
Bir damla düştü denize umman oldu. Denizi anlamayan artık damlayı anlayamaz. İslamiyet'i anlamayan da Müslüman'ı anlayamaz. Yeşile düşman olanlar, bahçıvanı prangaya vurdular.
- tarihinde hazırlandı.