Alman Cumhuriyeti'nin Toplumuna Güvenme Zamanı Gelmedi mi?
Almanya, dünya tarihindeki önemli değişikliklere konu olmuş bir ülke. Almanlar I. Ve II. Dünya savaşında baş rol oynamaları nedeniyle uluslararası camiada namı biraz da ‘savaşçı' olarak bilinen bir devlet. Dedemin tabiriyle –doğruluğu tartışılır- Avrupa'nın Türkleri. Birleşmiş Milletlerin İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni 1948'de hemen II. Dünya Savaşı'nı müteakiben yayınlamış olması, savaşta yaşanan insaniyetsizliğin boyutunu dile getirmesi açısından yeterli bir sebep. II. Dünya savaşının hemen sonrasında kurulan Almanya Cumhuriyeti Anayasası da galip devletler ve Birleşmiş Milletlerin dayatmasıyla oluşturulmuş bir Anayasa. Fakat bu kadar insan haklarına saygılı, bu denli bireyi koruyan demokratik bir Anayasayı sair Avrupa Devletlerinin anayasalarında bulmak da mümkün değil. Alman Anayasası gerçekten özgürlükçü, insaniyete saygılı ve progresif bir çalışmanın ürünü. Dayatılmış olması, hatta kabul edildiği tarihte (1949) referanduma sunulmamış olması bu gerçeği değiştirmiyor.
1949'da yapılan Alman devletinin savaştan mağlup çıkmış ve galip devletlere karşı mesafeli duran halkına güvenemediğinden midir bilinmez Anayasayı halk oylamasına sunmamıştır. (Hala sunulmadı!) Ayrıca Anayasanın koruduğu hak ve değerlerin tehlikede olduğundan hareketle bir de Anayasayı koruma teşkilatı kurmuştur. (Verfassungsschutz). Dikkat buyurulacak olursa, her iki durum da Almanya Cumhuriyeti'nin halkına karşı duyduğu bir çeşit güvensizliği çağrıştırıyor. Dolayısıyla Almanya'da Fransa ve Avusturya'da gözlenemeyecek yeni bir fenomenle karşı karşıyayız: Anayasaperverlik (Verfassungspatriotismus).
"Anayasaperverlik" gibi bir kavramın dilimizde olmadığını biliyorum. Fakat üretmek durumunda kaldığım bu kavram ‘Anayasa vatanperverliği' kelimesinden özüne daha sadık olduğundan kullanıyorum. Evet Alman Anayasası, temel hak ve özgürlükleri güvence altına almasından ve Almanya'da 60 yıldan bu yana huzurun devam etmesinin teminatıdır ve Anayasaperverlik bu anlamda Almanya için vazgeçilmez bir hakikattir. Bu anlamda naçizane ben de Anayasaperverlerden birisi sayılırım!
Ne var ki Anayasaperverliğin, devlet ve devlet aygıtlarının kutsallaştırılması biçiminde yorumlanmasını da doğru bulmuyorum. Carl Joachim Friedrich ve Karl Löwenstein gibi önemli siyaset bilimcilerin ısrarla savundukları devletçi Anayasaperverlik 1949'larda gerekli olduğu kadar küreselleşen dünyamızın gerçekleriyle örtüşmüyorlar. Post-modern devletin en az kendi aygıtları kadar sivil topluma ihtiyacı var. Devlet iktidar ve idare mekanizmalarını elinde tutan bir tüzel kişilik, toplum da, gassalın elindeki ölü haline getirilirse çağın çok gerisine gitmişiz demektir. Devlet imam, toplum da cemaat gibi hareket ederse demokrasiden söz etmek gerçekten güç olacaktır. İşte bu anlamda sivil toplum, gayri hükumi organizasyonlar (NGO) devletin yanında, devletin aygıtlarıyla üstesinden gelemeyeceği bir kısım vazifeleri üstüne alabilmeliler. Bunun yolu da topluma güvenmekten geçer.
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Berlin sempozyumu münasebetiyle gönderdiği mesajında en çok dikkatimi çeken ögelerden birisi de buydu. Hocaefendi, dinler ve kültürlerin barışmasının yalnızca devlet aygıtları tarafından üstlenilerek üstesinden gelinebilecek bir vazife olmadığına işaretle, sivil toplum örgütlerinin ve bireylerin bu konudaki en küçük çabalarının bile takdire şayan olduğunu ifade ediyordu. Evet Alman Anayasaperverliği sivil toplumun ve vatandaşlar cemaatının geliştirilmesi anlamında yorumlandığı sürece birey ve toplum adına vaadettiklerini başarabilecektir. Almanya'da Amerika, İngiltere ve Avustralya'da olduğu gibi sivil toplumun güçlü olmamasını yukarıda bahsi edilen tarihi sürece bağlıyorum.
Bizler artık integrasyon, asimilasyon gibi konularla boğulmak değil, özelde Alman toplumunun, genelde Avrupa'nın geleceği bina ettikleri şantiyede fikir işçileri olarak çalışmak istiyoruz. Bilvesile aydınlanmış ve fikri ve vicdanı hür Alman aydınına sorarız: Sizce de Cumhuriyetin toplumuna güvenme zamanı gelmedi mi?
- tarihinde hazırlandı.