Hocaefendi'yi Dinlerken

İslâmî gelişme ve büyümeyi ve İslâm'ın kendine has çizgisiyle akıllara ve kalplere nasıl hükmettiğini anlamak için, Müslüman yol göstericilerle, hiç bir zorlama olmadan onların çizgisini takip eden Müslümanlar arasındaki münasebeti çok iyi kavramak gerekir. Bu anlayış, İslam toplum yapısını anlamada da temel anahtar durumundadır. İki büyük ırmak şeklinde akan insanlık tarihinde, bu ırmaklardan 'kir' akıtanının başında Firavunlar, Nemrutlar, Neronlar, Şeddadlar var olagelmiş, bu 'cebâbire'nin arkasından kimse rahmet okumadığı gibi, aksine bunlar daima 'lânetle anılmışlardır. Buna karşılık, Peygamberler ve onların izinden gidenlerin başını çektiği 'nur' veya 'ışık' akıtan ırmağın yönlendiricileri ise, her zaman rahmetle anıla gelmişlerdir. Hz. İbrahim, yaklaşık 4000 yıl önce, Hz. Musa 3500, Hz. İsa 2000, Nebîlerin sonuncusu Hz. Muhammed (sav) 1400 yıl önce yaşadı ve o gün bugündür yüz milyonlarca insan bu insanlık semasının güneşlerinin peşinden gidiyor. Ayrıca, İmam-ı Gazâlîler, İmam-ı Rabbânîler, Bediüzzaman Said Nursîler ve daha binlercesi, Peygamberlerin yolunu takip ettikleri için, kendi zamanlarında kısmî yanlış anlamalara maruz kaldılarsa da, sadece kendi zamanlarına değil, kendilerinden sonraki asırlara da hükmetmeğe devam ettiler.

Kudsî Cazibe

Büyük matematikçi, tıpçı ve filozof İbn Sina'ya bir gün bir talebesi, "Üstad" der ve ekler: "Peygamberliğinizi ilan etseniz, arkanızdan yüz binler gelir." O an bu soruya cevap vermeyen İbn Sina, soğuk bir kış günü talebeleriyle sahrada iken, sabah namazının vakti girer ve çadırında beraber kaldığı bu talebesine, "Kalk, bana ibrik ve leğeni getir de, abdestimi alayım" ricasında bulunur. Çadır sıcak, dışarısı ise çok soğuk olduğundan, talebe bu ricayı savsaklar. Bir müddet sonra İbn Sina ricasını tekrarlar, fakat cevap yine olumsuzdur. İbn Sina ricasını bir defa daha tekrarladığında, talebe yine dışarı çıkmaya üşenir ve tam bu esnada minareden sabah ezanı okunmaya başlar. Talebeye cevap vermenin tam zamanıdır ve ibn Sina cevabı verir: "Sen ki, benim talebemsin ve sende doğrudan hakkım var. Şu ana kadar senden bir tek ricada bulundum, yerine getirmedin. Şu müezzini işitiyor musun? O ve onun gibi binlercesi yaz-kış, soğuk-sıcak, gece-gündüz demeden asırlardır günde beş defa minareye çıkıyor ve hiç görmedikleri, aralarında doğrudan münasebet olmayan Peygamber'in adını ve peygamberliğini ilan ediyor. Anladın mı, Peygamberle aramızdaki farkı?" Peygamberler ve onların yollarını sürdürenler, kalplere hükmederler. Bu hükmetmede en ufak bir zorlama, hattâ davet söz konusu değildir. Değildir, çünkü Din, fıtratlarda ve vicdanlarda doğuştan var olan ve kolay kolay sökülüp atılamayan bir histir, bir kültürdür. Din, varlığın ve yaratılışın merkezine, köküne ve bütün hücrelerine sevgiyi yerleştiren Allah ile kul arasındaki münasebetin adıdır ve insan bu münasebette derinleştikçe, Allah onu sever ve başkalarına sevdirir. Dini yaşamadıkları için bu gerçeği anlayamayanlar, İslâmî cemaatlerde örgüt yapısı arar, hayatlarında ve davranışlarında Allah marifet, sevgi ve rızasını esas alan Müslümanların yaptıklarında başka başka maksatlar bulmaya çalışırlar. Hocaefendi, bugün dalları, yaprakları, çiçekleri ve meyveleriyle cihanı tutmuş bir ulu ağacın çekirdeğidir, köküdür, tamamında akan ma'nâdır, ruhtur.

Dolayısıyla, bu kök, ma'nâ ve ruhla ağacın her bir hücresi arasında kopmaz bağlar vardır ve ağacın varlık ve bekası için gerekli usareyi, özsuyu kaynağından çekerek, her bir hücreye dağıtan yine köklerdir. Ağacın herdir hücresine düşen, o özsuyu çekebilecek mekanizmaya sahip olmaktır. Bu münasebet, güneşle gezegenler arasındaki münasebete de benzetilebilir. Güneşle, onun tasarrufu altında bulunan her şey arasındaki münasebete de benzetilebilir. Nasıl güneşle gezegenler arasında görülmeyen, ama gezegenleri güneş etrafında döndüren çekim gücü varsa, aynı şekilde Peygamber yolunun devam ettiricileri ile, onları takip edenler arasında da böyle görünmez, ama hissedilir bir çekim gücü vardır. Bu çekim gücünün asıl kaynağı dindir; Peygamber yolunun kılavuzları ile Allah arasındaki münasebetin derinliğidir. Bunu, yaşamasalar bile, en azından kavrayamayanlar, İslâmî cemaatler hakkında söz söylememelidirler. Burada, pratik deneye, maddî duyuma dayalı bilimin yeri yoktur, laboratuarın yeri yoktur, bilimselliğin söyleyeceği bir şey yoktur.

Hocaefendi'nin STV'de Ortaya Koyduğu Gerçek

Geçen akşam STV'de konuşurken, Hocaefendi'nin esasen ortaya koyduğu asıl gerçek bu idi. Türkiye'deki ve Orta Asya'daki okulları anlatırken, hakkında cahilâne ileri sürülen iddiaları açık yüreklilikle cevaplandırırken, söylediklerinin özü bu idi. Allah'la yarattıkları, yani zerrelerden kürelere kadar, tek tek her bir varlıkla Allah arasındaki sonsuz şefkat, rahmet ve sevgiye dayalı münasebeti temsil eden bir zata, 'Allah'ın yolunda insanlığa hizmet etme, okul açma..!' diyemezsiniz. Çünkü hizmet, onun tabiatıdır, fıtratının gereğidir; nasıl güneş ısı verecek, ışık saçacaksa ve dünyadaki her şey güneşin ısı ve ışığına muhtaçsa, aynı şekilde, Allah'ta fani olup, yaratılmışa hizmette bekâ bulanlar, güneşten daha güçlü bir şekilde ısı ve ışıklarını etrafa yayacaklardır. Hocaefendi, Yaradan'ı yaratılmışa tanıtma, yaratılmışı Yaradan'a götürme, dolayısıyla sulhu, sevgiyi, şefkati, merhameti, affı, hoşgörüyü bütün dünyada hakim kılma hizmetinde kendisini şu kritik noktada bir defa daha feda etti. Onun kendisini feda etmesi, maddî varlığını toprak altında fedâ ederek, dalları, yaprakları, çiçek ve meyveleriyle başkalarının hizmeti adına bir ağaç olan çekirdek misali, insanlığı mürüvvet, sulh ve hoşgörü yaprakları altında gölgelendirmek, sevgi, şefkat ve merhamet çiçekleriyle sermest etmek ve fazilet meyveleriyle doyurmak içindir. Hocaefendi, bazılarının devam edegelen hataları yüzünden kilitlenmiş olan gündemin açılması, kararan havamızın açılıp, sıkışmış atmosferimizin fırtına, tayfun yerine yağmur getirmesi, çekilmiş kılıçların kınına sokulup, sun'î biçimde baş veren yaraların sarılması ve kavga ortamının sulh zeminine dönüşmesi için bir defa daha tarihî bir görev yaptı. Müşahhas ayrıntıya girmeden özetlemeğe çalıştığım bu tarihî görevden en başta faydalanması gerekenler de, şu andaki krizin aleyhlerine dönmesi kaçınılmaz görünen kesim veya kesimlerdir.