Manevi Beslenme Boşluğu

Her şeyden önce şu başta kabullenilmelidir; insan tek düze hayat süren bir varlık değildir. Mahiyeti icabı bazen meleklerle at başı yarışabilecek hatta onları geçebilecek bazen da şeytanlara taş çıkartacak özelliklere sahiptir insan. Allah'ın takdirinin böyle olduğu bir noktada bu fıtratı kabullenmeme kadere itirazın yanı başında insana kendini bulması tanıması ve yönlendirmesi açısından çok şeyler kaybettirir. Onun için vakıayı olduğu gibi kabullenip onun üzerine eksik ve gedikleri kapatma çaresi yegane yoldur. Sahabeden nice örneklerini bildiğimiz bu husus zannederim yeterli bir fikir vermektedir bizlere. Peygamber halkasının büyüleyici atmosferinin daimi elemanlarında dahi fıtrat gereğini icra ediyorsa, o atmosferin sadece hikâyeleri ile tatmin olan bizlerde fıtratın icrası daha çetin olacaktır.

İnsan iradî bir varlık. Onun iradesini zorlayan, baskı altına alan bir şey söz konusu değil. Kader planında yazılmış şeylerin varlığı buna dahil. Her ne kadar bu gerçeği bazıları anlamasa da Allah'ın sonsuz ilmi ile zaman ve mekan üstü her şeyi bilmesi bizim hareket alanımızı daraltan bir unsur değil. Öyleyse beslenme dediğimiz insanı imana, Kur'an'a bağlayacak amellerde irade başrolü oynayacak. Bu durumda da geçen hafta ifade ettiğimiz gibi öncelikli görev, dış faktörlerin tesirini inkar etmemekle beraber ferde düşmektedir.

Kur'an ve sünnetin belirleyici nassları bu boşluğu nasıl kapatacağımız hususunda bize yeterli bilgi vermektedir aslında. Bunların yönlendiciliği ile hayatlarına yön veren insanların menkıbeleri de. Beşeri tecrübe de diyebilirsiniz buna isterseniz. O halde halk arasında denilen şekliyle Amerika'nın yeniden icadına gerek yok. Ferdi ibadetler bu çerçevede birinci sırada yer almaktadır. Rabb'isi ile münasebetini tam kuramamış insanların nihai anlamda kutsala dayanan bir hareket içinde kendine yer bulması, bulsa bile ciddi performans sergilemesi imkânsızdır. İşin manevî yönü yani Allah'ın bereket ihsan etmesi vs. bir tarafa maddi açıdan çevre, söz konusu kişiyi veya kişilerden bağımsız davranışları dışlayacaktır.

Homojen mi heterojen bir yapı mı tartışmalarına girmeye hiç gerek yok. Çünkü vakıa din eksenli yapılanmalarda homojenlik üzerine kurulu. En azından günümüz açısından değerlendirdiğimizde bu böyle. Hatta heterojenliğe doğru atılan adımlarda itiraz seslerinin yükseldiği muhakkak. İsterseniz siyasi arenada günümüz insanını çok meşgul eden muhafazakârlar-yenilikçiler çatışmasını burada hatırlayabilirsiniz.

O halde Müslüman olmanın en belirgin göstergelerinden ve kelami ekoller açısından baktığınızda şartlarından biri olan imanın gereklerinin ameli plana intikali beslenme boşluğu dediğimiz olayı engelleme kapasitesine sahip bir unsurdur. Tabii asgari kurallara uyma şartıyla. Aksi halde namaz kıldığı halde yorgunluk, oruç tuttuğu halde açlıktan başka bir şey elde edememe de söz konusu olabilir.

Hareket içinde sürekli küçük büyük demeden bir faaliyet içinde bulunma ikinci önemli unsurdur. İradenin hakkını verme olarak da nitelendirebileceğimiz bu konu aslında ister ferdi isterse topluluk planında canlılığın devamlılığın temel rükünlerinden biridir. Daha önceden yapılan planlamalar doğrultusunda adım be adım sürekli hareket halinde olma insanı imanın gereklerini yerine getirme konusunda hem vicdani bir tatmin sağlayacak, hem de ilgili tüm fertlerin hareketlerine teşvikçi olacaktır. Burada dava düşüncesinin teorik anlamda sağlam bir zemine oturduğu zannıyla konuşuyoruz.

Fethullah Gülen'in bu çerçevede yaptığı şu tespitler, meselenin felsefi yanını anlatmakla beraber bize de ışık tutuyor: "Tarihî büyük hâdiseler düşünüldüğünde, düşünce ile aksiyonun iç içe yaşadığı görülür. Bir taraftan aksiyonun fikirle beslenmesi, plânlanması, diğer yandan da hamle ve hareketin yeni düşünce ve projelere zemin teşkil etmesi mânâsına bir iç içelik. Bu mânâda, düşünce, aksiyon için bir semâ ve yağmur, bir atmosfer ve hava; aksiyon da düşünce için bir zemin ve saksı, bir toprak ve topraktaki kuvve-i inbâtiye gibi farz edilebilir. Evet, böyle bir mütekabiliyeti kabul etmek yanlış olmasa gerek. Zira her hamle, bir düşünce ve plânın tahakkuku, her düşünce de, o istikametteki hareketlerle gerçek çerçevesini bulabilmesi ve hedefine ulaşabilmesi için bir başlangıç ve bir vetiredir. İradenin ilk merhalesi, bir iç temâyül, nihâî sınırı da azim, karar ve teşebbüstür. Düşünce bu vetirede, mebde'den müntehâya tıpkı atkı ipleri mesâbesinde, şuurlu faaliyetler de bu atkılar üzerine işlenen dantelâlar gibidir. Düşüncesiz, plânsız davranışlar çok defa falso ve karmaşaya sebebiyet verir; hareketsiz fikirler de, düşüncenin nihâî buudu sayılan model oluşturmayı engeller ve iradenin ruhunu zedeler."