Allah katında en sevimli söz

"Allah gelse seni elimden alamaz", "Allah özenmişte yaratmış", "Allah'ın sopası yok ki...",

"Allah'ın unuttuğu yer" gibi imana zarar veren cümleleri maalesef günlük hayatta sıkça duyabiliyoruz. İnsanı küfre götürebilecek bu tür sözlerin kullanılması Allah'ın kusursuzluğunun tam olarak kavranamamasının bir göstergesi aynı zamanda. Çünkü O'nu beşer olarak düşünmek, O'na güç, unutkanlık, kuvvet gibi insana has özellikleri atfetmek sakıncalı. Tüm bu yakıştırmalar her şeyden önce O'nun engin kuvveti, kudreti ve ilmine saygısızlık. Zira Allah yaratılanlara benzemez. "Onun misli ve benzeri yoktur (Şura, 42-11)" ayet-i kerimesi bunu net bir şekilde açıklıyor.

Kullarının bu tür hatalara düşmesini istemediğinden olsa gerek Yaradan, "Ey iman edenler! Allah'ı çok hatırlayın ve çok anın, sabah-akşam (gece-gündüz) O'nu hep tesbih edin (O'nu her türlü noksanlıktan, yanlış ve abes iş işlemekten, ortakları bulunmaktan, yaratılmışa ait eksik özelliklere sahip olmaktan mutlak münezzeh olduğunu hiç unutmayın ve bunu ilan edin." (Ahzâb Sûresi, 40-41) buyuruyor. Yani Zat-ı Zülcelali'nin anılmasını ve zikredilmesini istiyor. Efendimiz de (sallallahu aleyhi ve sellem), "Allah şöyle buyuruyor: Kulum Beni nasıl biliyorsa Ben öyleyim (dolayısıyla hakkımda iyi zan sahibi olsun). O beni hatırlayıp andığında Ben onunla beraberimdir. Eğer o Beni kalbinde anarsa, Ben de onu nezd-i Ulûhiyetimde anarım; eğer Ben'i bir topluluğun içinde anarsa Ben onu o topluluktan daha hayırlı bir topluluğun içerisinde anarım. O Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın yaklaşırım. Eğer o Bana bir arşın yaklaşırsa Ben ona bir kulaç yaklaşırım. Eğer o Bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak gelirim."hadis-i kudsîsi ile Allah'ın zikredilmesini ve tesbih edilmesini ümmetine tavsiye ediyor.

Zikir Allah'ı isimleri ve sıfatlarıyla anmak, O'na hamd etmek, O'nun birliğini, her türlü noksanlıktan münezzeh olduğunu bilmek ve ilan etmek, O'nu başkalarına anlatmak gibi pek çok fiili içine alan bir kavram. Tesbih ise Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etmek, sena etmek, ululamak, Allah'a seri bir şekilde ibâdet ve "sübhânallah" demek anlamlarına geliyor. Namazdan sonra okuduğumuz 33'er Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahuekber lafızları buna en güzel örnek.

Dile hafif, mizanda ağır iki kelime

Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) her hususta olduğu gibi tesbih konusunda da ümmetine tavsiyelerde bulunuyor. Bazı tesbihlerin çekilmesini özellikle öneriyor. "Allah indinde en kıymetli söz" olarak ümmetine tavsiye ettiği "Sübhanallahi ve bihamdihi, sübhanallahi'l-azim" bunlardan biri. Efendimiz bu sözün kıymetini, bir rivayette "Dile hafif, mizanda ağır, Allah'a sevgili olan iki kelime (iki cümlecik) vardır. Bunlar: Sübhanallahi ve bihamdihi, sübhanallahi'l-azim (Allah'ı, ona hamd ederek tesbih ederim, büyük Allah'ı tesbih, ederim)'dir." sözüyle, bir diğer rivayette "İki kelime vardır. Söylemesi çok kolaydır. Terazide çok ağır gelirler Allahü teâlâ, bu iki kelimeyi çok sever: Sübhânallahi ve bi-hamdihi sübhânallahil-azim." şeklinde anlatıyor.

"Her kim günde yüz kere, Sübhanallahi ve bi-hamdihi (Allah'ı, ona hamd ederek tesbih ederim) derse o kimsenin günahları deniz köpüğü kadar bile çok olsa dökülür." müjdesini veren Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu duanın sabah akşam yüzer defa söylenmesini salık veriyor. Sahabe Efendilerimiz de bu zikri çok önemsiyor. Resûlullah'ın eşlerinden Ümmü Seleme Validemiz, Peygamberimiz'in verdiği müjdelerden istifade etmek için taş veya fasulye tanelerini sayarak her gün yüz defa bu zikri çekiyor.

Bu muştulu zikrin bizi çağırdığı diğer bir nokta 'hamd' duygusu. Zaten Kur'an-ı Kerim ve Efendimiz'in beyanları hayatın her safhasında bizi şükür ameliyesine çağırıyor. Allah Resûlü, "Aza şükretmeyen çoğa da şükretmez. Halka teşekkürde bulunmayan, Allah'a da şükretmez." buyurarak teşekkür etmeye kendimizi alıştırmamızı istiyor. Ayrıca şükrün dinimizde özel bir yeri var. Her şeyden önce Gönüller Sultanı'nın (aleyhissalâtü vesselam) nam-ı celili 'hamd' kökünden geliyor. Ahirette buluşma noktası ve varacağımız yer olarak hamd otağı (Livahu'l-hamd) gösteriliyor. Bize düşen de acizliğimizin farkına vararak yapılan en küçük bir iyilik karşısında dahi teşekkür etmeyi ihmal etmemek. Teşekkür duygusunun insanda yerleşmesi, Cenâb-ı Hak'ın bahşettiği lütuf ve ihsanları çok ciddî bir heyecanla karşılayıp, Yaradan'a yakışır bir mukabelede bulunma duygusunun oluşmasını sağlıyor. Bu da inananların ibadette ayrı bir derinlik elde etmesine vesile oluyor.

Bu kıymetli sözleri dile getirirken düşünülmesi gereken mülahazalar da oldukça önemli. Fethullah Gülen Hocaefendi, "Sübhânallâhi ve bi-hamdihi sübhanallahi'l azim" sözünün şu duygularla zikredilmesini tavsiye ediyor: "Rabbim! Bunca insanın baktığı bir yerde, bu vapurun içinde küreklerden önemlisini çekmeye bir yönüyle mahkûm bir yönüyle de memur ettiğiniz bir noktada bulunan bir insan için okuduğum bu evrâd çok azdır ama, ben Senin engin inayetine sığınıyor ve 'Adede halgık ve rıdâ nefsik ve zinete arşik ve midâde kelimâtik...' dualarında ifade edilen 'Mahlukatın sayısınca, rıza ufku seviyesinde, Arş'ının ağırlığınca ve kelimâtının mürekkebi kadar...' sonsuzluk ifade eden rakamları zikrederek, o rakamlar sayısınca söylemiş kabul edilmemi bekliyorum. Sen benim bu az amelimi çok kabul eyle." Allah katında sevimli olan bu sözü her zikrettiğimizde bu duygulara ulaşmak duasıyla. (Cihan Yenilmez)