Kurtuluşun şifresi: Asr Sûresi

Halik'ın namütenahi adı var en başı Hak
Ne büyük şey kul için Hakk'ı tutup kaldırmak
Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken
Mutlaka sûre-i ve'l-Asr'ı okurmuş bu neden?
Çünkü meknun o büyük sûrede esrârı felâh
Başta iman-ı hakikî geliyor sonra salâh
Sonra Hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.

Mehmet Akif Ersoy'un manzum meali içinde nazara verdiği Asr Sûresi çoğu kişinin zihninde yer alır. Bir çırpıda okunan bu sûre, tek satıra sığacak kadar kısa olmasına rağmen külliyet kesbeden bir anlam hazinesine sahip. İmam Şafî Hazretleri "Kur'an'dan, başka hiçbir sûre nazil olmasaydı şu pek kısa sure bile insanların dünya ve ahiret mutluluğunu temin etmeye yeterdi. Bu sûre Kur'an'ın bütün öğrettiklerini kucaklıyor." diyerek bu üç ayetin derinliğine temas ediyor. Aslında Akif şiirinde, Asr Sûresi hakkında çoğunun bilmediği bir gerçeği hatırlatıyor. O da ashab-ı kiramın sohbet meclisinden ya da bir topluluktan ayrılırken mutlaka ve'l-Asr'ı okuması. Evet, Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) 'gökteki yıldızlar gibidirler' sözünün muhatabı güzide dostlarının bu alışkanlığı sûrenin taşıdığı anlamda gizli. Zira kısa bir zaman diliminde belki 3-5 cümleyle birine nasihat ve irşad etmek isterseniz Asr Sûresi dilinize dolanmalı. Akif'in 'ashab böle yapardı neden?' sorusunun cevabı şu. İnsanoğlu hüsranda kurtuluş ise imanda. Bununla beraber salih amel, hakkı (emribi'l maruf nehyi anil münker) ve sabrı tavsiye etmek... Haydi ashabın örnek davranışını kendimize mal edelim. O çok sevdiğimiz arkadaşımız, ailemiz, yârimizden ayrılırken ayete hayatımızda yer vererek şöyle seslenelim: Bir daha hoş sohbet etmek üzere bir araya gelene kadar şimdilik birbirimizden ayrılıyoruz. Bundan sonra nefsinle, kendinle baş başa kalacaksın. Etrafını da kulluğuna halel getirecek çok muzır manin olacak. Dikkat et, Allah insanoğlunun ziyan içinde olduğunu söylüyor. Ama unutma ki kâmil iman sahipleri, Allah'ın memnun olacağı işleri yapanlar, daima hakkı tavsiye edip sabır üzerine olanlar müstesna.

"İnmemiştir hele Kur'an şunu hakkıyla bilin/ Ne taze mezarlıkta okunmak ne fal bakmak için" diye haykırıyor Mehmet Akif. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan, İlahi emirlere kulak tıkayan ve gaflette yüzen insanoğlunun halleriyle dertlenen nadide bir şahsiyetin Asr Sûresi'ni işlemesi de aslında ayrıca manidar. Akif, ayetlerin manasını mısralarında ince ince örüp, yukarıda saydığımız dört hasleti yaşayanları "...yoktur sana hüsran artık" diye müjdeliyor. Topyekûn bu durumu insanın gerçek insanlığa erişmesi olarak görüyor.

Asr Sûresi ve meâli

Asr Sûresi meâli: Yemin ederim zamana (1), İnsanlar hüsranda (2), Ancak şunlar müstesna (3), İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, Bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.

İnsanoğlu ziyanda, dört zümre müstesna: Mekke döneminde ve Efendimiz'in peygamberliğinin ilk yıllarında inen sûre, İlahî beyanın tüm hakikatlerinin özetini içermekle beraber kapsamlı ve kısa sözün de benzersiz bir örneğini oluşturuyor. Üç ayetlik hacmiyle sûre her asrın hastalığına şifa oluyor.

Asra and olsun ki: Müfessirler, 'asr'ın farklı anlamlara gelebileceğini beyan ederek birçok tanımda bulunuyor. Asrın; içinde bulunulan zaman ve yüz yıla denk gelen vakit, Efendimiz'in gönderildiği zaman, ahir zaman ve ikindi vakti gibi manalara tekabül ettiğine hükmediliyor. Tefsirciler daha çok 'ikindi vakti ve ikindi namazı, mutlak zaman, özellikle Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın asrı, âhir zaman' manaları üzerinde duruyor. Üstad Bediüzzaman, 9. Söz'de; "Asr zamanı, güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem âhir zaman Peygamberi'nin (aleyhissalâtü vesselâm) asr-ı saadetine benzer ve onlardaki şuûnât-ı İlahiyeyi ve in'amat-ı Rahmaniyeyi ihtar eder. Asr vakti ki o vakit, hem güz mevsim-i hazînesini ve ihtiyarlık hâlet-i mahzunanesini ve âhirzaman mevsim-i elîmanesini andırır ve hatırlatır... Hem o koca Güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle; insan bir misafir memur ve her şey geçici, bikarar olduğunu ilân etmek zamanıdır." diyerek resmediyor asr vaktini. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 'İkindi Yağmurları' adlı eserinin önsözünde de ikinde vakti rikkate dokunan bir ifadeyle tasvir ediliyor: "İkindi vakti insan gönlüne gurbet duyguları salan hazin güz mevsimi gibi, uyanık ruhlara iyice yaşlanan dünyanın elden ayaktan kesilmişliğini görmenin kederini içirir, fitnelerin yağmur gibi yağdığı ahir zamanın dehşetli günlerini akıllara yerleştirir. Ve ikindi batmaya yüz tutan güneşi göstererek insana bu dünyada misafir olduğunu, her şeyin burada belli bir vakit bulunduğunu ve hayat güneşinin de bir gün varıp guruba dayanacağını haber verir. Yani ikindi, 'yolculuk var, ölüm var, hesap var!' der, ötelere hazırlık yapmak gerektiğini bildirir." Sûrenin ilk ayetinde asra, zamanın akıp gidişine yemin edilmesi vakit mefhumuna sadece dünya namına bağlı insanoğlunu derinden etkiliyor. Heyhat ki;

İnsanlar hüsranda: Asr'a yapılan yemin insanın, hüsran ve ziyanda olduğunadır. Husr, lügatte helak, noksan manalarına gelir ki bu bağlamda insan 'dünya ve ahiret saadetinden mahrum kalıp ziyana uğrayan kişidir. "Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat 56), beyanının aksine ömür süren kul, maksadı yolunda dalalete (sa­pıklığa) uğramış, nefsinin arzusunu tatmin hususunda noksanlık gösteriyor. Bu kavram hem maddî hem de manevî kaybı belirtmek, insanın dünya ve ahiret başarısızlığını da ifade ediyor. Demek ki hüsran, ömrün boşa gitmesi, nefsin helâk, malin da telef olmasıdır. Şu halde insan, hesap günü elde ettiği manevi kâra göre kendini kurtaracak ya da verdigi açığa göre iflâs edip hüsrana uğrayacak. Ancak şunlar müstesna;

İman edip salih ameller işleyenler: Zira kul Rabb'ine mutlak ve kâmil iman ile inanmalı. Akıldan öte kalp Yaradan'ının varlığını tasdik etmeli. Aynı Hz. Ali'nin "perde-i gayb açılsa imanım ziyadeleşmeyecek" dediği gibi. Yani perdeler açılsa Rabb'ini birebir temaşa eylese, imanında ne zerre artma ne de azalma olmaması. Bir başka deyişle taklidi imandan tahkiki imana ermek. "Müminler ancak o kim­selerdir ki; Allah'a ve peygamberine inanmış, sonra hiçbir veçhiyle şüpheye düşmemiş, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla sa­vaşmışlardır, işte gerçek kimseler bunlardır." ayetinde de hüsrandan kurtuluşun anahtarları veriliyor zaten. Mevlâ, iman ile salih ameli hep yan yana ifade buyuruyor. Amel-i saliha doğru, saf yani ihlâsa ermiş yalnız O'nun için yapılan güzel işler, ibadetlerdir. Hayır, yolunda malını feda etmek, adaleti gözetmek, zalime karşı mazlumun yanında olmak, emanette emin olmak ve daha nice faziletlerle örülü işler hüsrana uğramaktan korur. Bununla beraber;

Hakkı ve sabrı tavsiye edenler: 'Hak', varlığı doğru, sabit, gerçek ve şüpheye yer bırakmayan anlamında. Çoğunlukla batılın zıddı manasında da kullanılır. En başta hak, bizatihi Allah'tır. Hüsrandan kurtuluş ise hakka uymak ve onu tavsiye etmekle mümkün. Hakkın özü ise emri bil maruf nehy-i anil münker yani iyiliği emretmek kötülükten sakınmaktır. Allah kullarına "Ziyandan kurtuluş evvelâ şahsınızın hak üze­rinde olması ve sonra hakkı başkalarına tavsiye etmeniz, emr-i bil maruf ve nehy-i ani'l münker sırrına sahip olmanız ve her şey karşısında sabrı yaşayıp tavsiye etmenizle" mümkün olacaktır diye sesleniyor. Sahih bir hadiste "Sizden her kim bir kötülük, bir biçimsizlik görürse onu eliyle değiştirsin, ona gücü yetmeyen diliyle, ona da gücü yetmeyen kalbiyle (değiştirsin) ki bu imanın en zayıfıdır." buyuruluyor. Ve yine "Ayetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana (bunu) unutturursa, hatırladıktan sonra (hemen kalk), o zalimler topluluğuyla oturma." diye müminler uyarılıyor.

Sabır, Resûlullah'ın deyimiyle 'ilk toslama' anında olmalı. Tasavvuf ehli Yunus Emre diliyle de "Gelse celalinden cefa yahut cemalinden vefa, her ikisi de cana safa, lütfun da hoş kahrın da hoş." Efendimiz, "Sabır, imanın yarısıdır." derken de sabır göstermenin her kişi değil er kişi işi olduğunu dillendiriyor. Zira o bütün seçilmiş ahlâkın ana kaynağı. Kur'an'da yetmiş yerde zikredilmesi sabrın önemini gösteren bir delil. Hak yolunda dayanılma­sı güç olan bütün mihnetlere katlanmak, nefsin hoşlanmadığı meşakkatlere göğüs germek ancak sabırla mümkün. (Hasret Güler)