Almanlarla Türkler Türkçe İçin Yarıştı

Hessen eyaletinin Wiesbaden şehri. İhtişamlı Kurhaus Salonu bahçesi oldukça hareketli. Normalde sessiz sakin yaşamaya alışmış Almanlar oldukça şaşkın. Hem kalabalığa bir anlam veremiyorlar hem de eş-dostlarıyla karşılaşmaya... Konukları ünlü ebru ustası Dr. Mehmet Refii Kileci'nin eserleri karşılıyor kapıda. Türkler de ebruyla ilk kez karşılaşan Almanlar da salondaki otantik havadan memnun...

Hınca hınç dolu salondaki uğultu, Reha Yeprem'in yaptığı anonsla yerini sükûnete bırakıyor: "5. Uluslararası Türkçe Olimpiyatı'nın Almanya 2. Türkçe Yarışması Finali'ne hoş geldiniz!"

Geçen sene 500, bu sene de 810 öğrencinin katıldığı Türkçe yarışmasına Almanya'da ilgi büyüktü. 'En iyiyi' bulmak için her bir eyalet kendi içinde yarışmalar düzenledi. Wiesbaden'de yapılan ise bu ayın sonunda Türkiye'de gerçekleştirilecek olimpiyatta Almanya'yı kimin temsil edeceğinin belirlendiği final mücadelesiydi aslında. Eyalet elemelerinde dereceye giren 60 öğrenciden 35'i bu yarışmadan bir gün önce yapılan Türkçe Dil Sınavı ve jüri üyelerinin ortak kanaatiyle elendi. Kurhaus Salonu'nu dolduranların niyeti, geriye kalan bu 25 öğrencinin final heyecanını paylaşmaktı.

Türkçe Sevdalıları, 24 Mayıs-3 Haziran tarihleri arasında Ankara Kızılcahamam'daki ön elemelere katılmaya hak kazanmak için Türkiye'den gelen sinema, tiyatro, ses sanatçıları, gazeteciler ve öğretim üyelerinden oluşan 17 kişilik jüri önünde ter döktü. Program Academy Eğitim Derneği tarafından düzenlendi. Dernek, Avrupa'da eğitim sektöründe faaliyet gösteren tüm dernek ve şirketlere danışmanlık, eğitim seminerleri, eğitim materyalleri hazırlama ve rehberlik gibi birçok alanda hizmet veriyor. Yarışmaya katılanlar, Academy'nin hizmet verdiği 160 dernekte Türkçe öğrenen yabancılar; Almanca öğrenen Türkler; fizik, matematik, kimya gibi derslerden kurs gören öğrenciler ve gazete ilanını görerek yarışmaya katılmak isteyenlerden oluşuyor.

Reha Yeprem'in davetiyle sahnede "görücüye" çıkan ilk isim Tübingen'li John Esteve idi. "Sen yoksan eğer" isimli şiiri okurken genç Alman hayli heyecanlandı. Seyirciler ara ara yükselen alkışlarıyla ona destek oldu. Sahneden iner inmez kendisini kuliste yakaladık: "Çok heyecanlandım, şiiri istediğim gibi okuyamadım. İnşallah diğer arkadaşlarım benden daha başarılı olur."

Davetliler yavaş yavaş yarışmaya ısınırken Essen'li Lina Buscher sahnedeki yerini aldı. Buscher, 'Sokak çocuğu' isimli şiiri okurken herkesi gözyaşlarına boğdu. Şiir her ne kadar Türkiye'de sokakta yaşamak zorunda kalan bir çocuğun iç dünyasını, hayatı algılayışını anlatsa da Lina'nın yorumu hem Almanlara hem de Türklere duygusal anlar yaşatmaya yetti de arttı. Zaten bu duygusal yoğunluk da kendi dalında birinciliği getirdi Lina'ya.

Küçük Melissa'nın Hıçkırıkları ve 'Sıfırcı' Ünlü

Lina'nın şiirinden etkilenerek ağlayanların gözyaşları daha kurumadan bu kez Melissa Deutschmann hıçkırıklara boğdu salonu. Yarışmaya Berlin'den katılmıştı Melissa. Henüz 11 yaşındaydı bu minik ve sevimli kız. Okuduğu 'Anne özlemi' adlı şiirle herkesi derinden etkiledi. Onu dinlerken kimi, yıllar önce yitirdiği ya da özlediği annesi için, kimi de Melissa'nın anne sevgisinden mahrum olduğu kanaatine vardığı için ağladı. O belki farkında değildi ama; "en etkileyici" yarışmacı olarak zihinlere kazınmıştı ismi. Nitekim biz de merakımızı gidermek için bu durumu kendisine sorduk. Meğer Küçük Melissa'nın annesi varmış; fakat duygusallığından dolayı şiirini okurken gözyaşlarını tutamamış...

Yarışmada ikinci olan Melissa, jüri üyeleri arasında kısa süreli tatlı bir krize de sebep oldu. Gizli oylamayla puanlarını veren jüri üyeleri, bolca puan vermelerine rağmen ağlayan küçük kızın neden ikinci olduğunu merak edip araştırmaya başlayınca ilginç bir gerçek ortaya çıktı. Bir jüri üyesi, küçük kızın gereksiz yere çok ağladığını, hıçkırıkları yüzünden zaman zaman şiirinin anlaşılmadığını, gözyaşının doğru zaman ve doğru yerde kontrollü kullanılması gerektiğini vurgulayarak, kendisine çok düşük puan verdiğini itiraf etti. Kendi içinde uyumlu ve esprili jüri heyeti de Türkiye'ye dönene kadar "Melissa'nın geleceğiyle oynadın, sıfırcı, taş kalpli..." gibi esprilerle takıldı ünlü sanatçıya.

18 yaşındaki Elif Işıldar, okuduğu şiirle Almanya'ya göç eden Türkleri hatırlattı bir an. "Ben Alamancı değilim" isimli çalışmasıyla finale kalan Elif'in şiiri, eski bir Ferdi Tayfur şarkısıyla başlıyor ve "Almanya'da yabancı, Türkiye'de Alamancı, kendi vatanımda bile yabancı, ben Alamancı değilim" dizeleriyle devam ediyordu. Elif'e göre şiiri, burada yaşayan Türklerin arada kalmışlıklarını, vatan özlemlerini, çevresi tarafından bilmeden de olsa yalnızlığa nasıl itildiklerini anlatıyordu. Yarışmada ikinci olan Elif'i geride bırakarak şampiyon olan ise 'Ey İstanbul' isimli şiiriyle Offenbach'lı Şeyma Çakır (15) oldu. "Dereceye gireceğimi tahmin ediyordum; ama birinci olacağımı hiç düşünmemiştim." diyen Şeyma İstanbul'a geleceği için çok mutlu. "Almanya'da yaşayan bir Türk olarak Türkçe yarışmasında birinci olmak bana gurur veriyor. Çünkü burada ana dilimizi ihmal ediyoruz." sözleriyle dile getirdi duygularını.

Ana dili Türkçe olmayan yabancı öğrenciler arasında kıyafeti, tavırları ve yaptığı hip-up müzikle dikkat çeken bir isimdi, yarışmaya Dortmund'dan katılan 17 yaşındaki Marco Valın. Gülay'ın 'Cesaretin var mı aşka?' parçasının müziğini almış, sonra da Alman arkadaşlarıyla bir araya gelerek üzerine Türkçe söz yazmıştı Marco. Kendi parçasıyla yarışmaya katılan tek isim olarak epey sükse yaptı; ama elenmekten de kurtulamadı: "Türkçe'yi yeni yeni öğrenmeye başladım. Şarkı çok uzundu ve hip-up tarzındaydı. Hem Türkçe hem de hızlı söylemem gerektiği için zorlandım. Arkadaşlarımla şarkı sözlerini yazarken uyuşturucu, alkolle ilgili gençlere mesaj vermek istedik ve 'Yeter ki iste' isimli parça çıktı. Bence her şarkının bir mesajı olmalı. Kısa sürede yarışmaya hazırlandım. Hem şarkı söyleyip hem de dans etmeyi isterdim ama olmadı."

Ben Alamancı Değilim!

Şarkı söyleme dalında hemen herkesin favorisi Lübnan'dan göçmen olarak gelen Safevi Ailesi'nin büyük kızı Zehra (18) idi. 'Sır düğümlü ahımda' isimli şarkıyı seslendiren Zehra, kendisine şarkı müziğinin çok geç geldiğini dolayısıyla yeterince çalışamadığını anlatırken, kendi kategorisinde ikinci olduğunu duydu: "Beş gün yerine bir ay çalışsaydım, birinci olurdum. Türkçe'yi çok seviyorum. Lübnan'la Türk kültürü birbirine çok benziyor; bu da benim Türkçe'ye olan ilgi ve sevgimi artırıyor."

Ana dilinden yarışmaya katılanlar arasında birinci Mannheim'dan Ethem Omurca oldu. 'Dostum' isimli parçayla yarışmaya katılan Ethem'e bolca puan getiren unsurlar; takım elbisesi, yanık sesi, sahne hakimiyeti ve şarkısını 'Küçük Emrah' gibi gözlerini kısarak okumasıydı. İkinci olan Furkan Yıldız ise ses tonu, kıyafeti, sahnedeki duruşu ile herkese Mahsun Kırmızıgül'ü hatırlatırken, İbrahim Tatlıses'in büyümüş de küçülmüş halini andıran Yasin Gür 'Ağrı dağın eteğinde' isimli parçasıyla dereceye giremedi.

Elbette yaşananlar anlattıklarımızla sınırlı değildi. Türkçe Olimpiyatı seçmelerinin arka planında da yaşananlar vardı. Yarışmadan bir önceki akşam olimpiyat seçmelerine girmiş bütün öğrenciler bir tekne turuyla Türkiye'den gelen misafirlerle buluştu. Yaklaşık üç saat süren turda çocuklar gönüllerince eğlenip dilleri döndüğü kadar Türkçe şarkılar söyledi. Almanya'ya yıllar önce yerleşmiş yabancı ailelerin çocuklarıyla ve Alman olmasına rağmen canla başla Türkçe'yi öğrenmeye çalışan gençlerle 'Türkçe röportaj' yapmanın keyfine vardık biz de...

Onlardan biri Irak'taki savaştan kaçıp Köln'de yaşamaya başlayan Said Ailesi'nin küçük kızı Pelin Said. 15 yaşındaki Pelin dört yıl önce başlamış Türkçe öğrenmeye. Geçen yaz İstanbul'a gelmiş, daha iyi Türkçe konuşmak için. Yarışmaya 'Uçan kuşlar' isimli şiirle katılan Pelin'e göre Türkçe onun hayatında çok şey değiştirmiş: "Buraya ilk geldiğimizde hiç arkadaşım yoktu. Türkçe öğrenmeye başladım ve bir sürü Türk arkadaşım oldu. Arapça, Türkmence, Almanca ve İngilizce biliyorum; ama en çok Türkçe konuşmaktan mutluluk duyuyorum."

Türkçe rüzgârı sadece yabancıları değil, Almanya'da doğan ve bu ülkede yaşayan Türkleri de etkilemiş. Olimpiyat vesilesiyle kendi dillerinin ne kadar değerli olduğunu öğrendiklerini söylediler sık sık. Tabii Almanca öğrenirken Türkçe'yi ihmal ettiklerini de... Münih'ten yarışmaya katılan Tuğba İnanmış'ın (18) anne ve babası Almanya'da doğup büyümüş. Dolayısıyla evlerinde çok fazla Türkçe konuşulmamış. Tuğba, kendinden sonra dünyaya gelen dört kardeşinin de çok iyi Türkçe bilmediğini belirterek: "Herkes yabancı olsa da benim söylediğimi anlıyor. Türkçe burada ortak dil şu an. Bu çok ilgimi çekiyor. Ana dilimin ne kadar önemli olduğunu anladım şimdi. Anne-babası Türk olmayanlar azimle Türkçe konuşmaya çalışıyor çünkü. Türkçe dil sınavında soruları cevaplarken zorlandım. Halbuki Almanca, Fransızca ya da İngilizce'de hiç zorlanmıyorum. Türkçe'mi geliştirmem ve korumam gerektiğini anladım. Kardeşlerime de Türkçe'yi en iyi şekilde ben öğreteceğim."

Yarışma heyecanını yaşayanlar sadece öğrenciler değildi elbet. Anne babalar da en az çocukları kadar heyecanlıydı. Kendi dalında birinci olan Lina'nın annesi Esma Bücher, Almanya'da doğan Türklerden. Eşi Alman bir avukat. Kızının yarışmaya çok az hazırlandığını söylüyor: "Mutluluğumu kelimelerle ifade edemem. Özellikle Türkçe'de bu başarıyı elde etmiş olması ayrı bir gurur. Babası Alman olsa da kızımın Türk kültürünü unutmaması için elimden ne gelirse yapıyorum. Olimpiyat, onun Türkçe'ye olan ilgisini, sevgisini artırdı."

Lina, final seçmelerine hazırlanırken babası, "Bu kadar strese girmeye değecek mi? Başaramazsa psikolojisi bozulur mu?" gibi tereddütler yaşamış. Yardımcı olamadığı bir alan olduğu için de zaman zaman kendini kötü hissetmiş. Hatta dayanamayıp, "Sana Alman şiirleri vereyim, onları ezberle." gibi önerilerde bulunmuş. "Bir insan dilini kaybettiğinde kültürünü de unutur." diyen Esma Hanım'a göre Almanya'daki Türk aileleri dillerini muhafaza konusunda çok şuurlu değil. Kendileri de çocukları da Türkçe konuşmayı ihmal ediyor.

"Belki siz böyle hissetmezsiniz ama, Almanya'da doğup büyüyenleri bu yarışmadan daha çok gururlandırabilecek başka bir şey yok." diyor, yarışmayı gözyaşları içinde seyreden Filiz Kurt. Ona göre Almanya'daki Türklerin varlığı bu yolla derinlemesine hissediliyor: "Dünya entegrasyondan bahsediyor. Bundan daha güzel bir örnek olamaz. Biz Almanca öğrendik, Almanlar da Türkçe. Dille birlikte bir kültür aktarımı da var. Kimseye zorla Türkçe'yi öğretemezsin. Türkçe'nin bir gün dünya dili olacağına olan inancım tam."

Yarışma Koçları Fedakâr Ablalar

Türkçe olimpiyatının bir de görünmeyen kahramanları var. Sahneye çıkan öğrencilerin en büyük destekçileri; gittikleri kurslarda görevli öğretmenler ya da yüksek lisans, doktora yapmak için Almanya'da bulunan, boş zamanlarında eğitim derneklerindeki etütlere giren yardımcı ablalar... Emine Koçak, bilgisayar mühendisi. Yüksek lisans eğitimini tamamlamak için Almanya'da bulunuyor. Olimpiyatın Alman öğrencilerin Türkçe'ye olan ilgilerini artırdığı görüşünde. Bir İngiliz'le yan yana gelen Alman öğrencinin Türkçe konuşuyor olması onu hem şaşırtıyor hem de duygulandırıyor. Ona göre, çocuklar arasında rekabet yok. Herkes arkadaşının daha iyi olmasını istiyor. Hatta birbirlerinin açıklarını kapatmaya çalışıyorlar. Bunun sebebini ise şöyle izah ediyor Koçak: "Yarışmanın Türkiye ayağı da var. Hepsinin kalbinden geçen oraya gidebilmek ama kendilerini temsil edecek kişinin de en iyi olmasını istiyorlar. Aralarında rekabetin olmamasını buna bağlıyorum. 'En iyisi olsun, Almanya kazansın, hepimiz gurur duyalım' diyorlar."

Sevgi Kayıkçı Lina Bücher'in yarışma koçu. Yarışmaya hazırlanırken en büyük desteği Lina'nın ailesinden aldıklarını söylüyor. Hemen her gün bıkana kadar çalıştıklarını belirterek, "Dil sınavına hazırlanmamız için verilen 3 kitabı da çalıştık. Bir saatimizi eğitime, iki saatimizi de şiire ayırdık. Arada zihnini dağıtmak için farklı aktiviteler de yaptık. Bazen o çok sıkıldı, bırakmak istedi bazen de benim onu ikna edecek gücüm kalmadı. Neyse ki emeklerimiz boşa çıkmadı ve başarılı olduk." diyor.

Rafael: Şimdi Bu Türk İşi Oldu!

Babası Alman, annesi Polonyalı olan Rafael Gei (16) Türkçe öğrenmek için ne kursa gitmiş ne de özel ders almış. Aksine Türk arkadaşlarından duyarak öğrenmiş Türkçe'yi. "Türkiye'ye hiç gitmedim; ama gitmiş gibi çok seviyorum." diyor. Rafael, Türklerin hepsine 'kardeşim' diye sesleniyor. Ona göre Türklerin karakterleri çok sağlam. Her şeyi sakin ve huzurlu bir şekilde organize ediyorlar; ama her an bir değişiklik ihtimali de var: "O zaman, ben de arkadaşlarım gibi 'Bak şimdi bu Türk işi oldu' diyorum."